19 Kasım 2009 Perşembe

Miras Değil Alınteri...13.08.2008

Yaz günleri hızla geçip futbol ve basketbol sezonuna yaklaştığımız bu günlerde hafif hafif köşe yazılarımız ile de sezona ısınmamız lazım. Yazın genelde çoğu kişi tatil moduna girse de , benim gibi yoğun çalışan ve tatile fazla rağbet edemeyenler için aslında yaz , kış hiç farketmiyor. Belki de havanın sıcaklığı, düzenli maçlarımızın olmaması yazıların da rehavete girmesine neden oluyor.

Haziran ayında hep beraber izlediğimiz Avrupa Kupası maçları, sonrasında şampiyonlar ligi ön elemeler, hazırlık maçları , olimpiyatlar derken bizim için yeni bir sezona ve heyecana yelken açmaya başlıyoruz. Bu sezon inşallah umutlarımızın olduğu , hedefe hem futbolda hem de basketbolda ulaşacağımız bir yıl izlemek istiyor Karşıyaka taraftarı. Hazırlık maçlarına ve transferlere bakarak şimdiden eleştirmek ve yorum yapmak için çok erken. Zaten sezon açıldıktan, ilk maçlar oynandıktan sonra bu konuları sık sık gündeme getireceğiz.

Arşivimdeki CD leri karıştırırken basketbolda çifte şampiyonluk kazandığımız efsane yılın ,şampiyonluk maçını bulunca dayanamayıp tekrar izledim. İzledikçe o çekimi kötü, amatör, TRT’nin verdiği zamanlardan kalan bu maçın aslında yalnızca şampiyonluk maçı değil tam bir başarı hikayesi olduğunu gördüm. İzlememiş olanların bir türlü temin edip izlemesini, izlemiş olanlarında tekrar tekrar izlemesini öneririm.

O günlerde futbolda yaşadığımız başarı bizim ayaklarımızı o kadar havalara yükseltmişti ki basketbolda yaşadığımız başarının belki de farkına tam varamamıştık. En azından ben kendi adıma bu yorumu yapıyorum, o zamana kadar daha çok futbol maçları beni cezbediyordu.. Senelerce şampiyonluğu kaçırmış, şanssızlıklar yakasını bırakmamış bir takımın en sonunda Süper Lige çıkması bizi inanılmaz mutlu etmişti. Artık Alsancaktan , Atatürk’ten eve mutsuz, yıkılmış dönüşler en azından o senelerde sona ermişti.

Şimdi yirmi bir yıl öncesindeki belki de Karşıyaka’nın oynadığı en önemli basketbol (hatta değeri itibarı ile tüm tarihindeki en önemli maç) maçına tekrar dönelim...Emektar Atatürk Spor Salonu maçtan saatler önce tamamen dolmuş, dışarıda kalanlar maçı kaçırmamak televizyondan izleyebilmek için evlerine geri dönmüş, tezahüratlar maç başlamadan saatler önce başlamıştı.

Maç öncesi röportajlarda iki tarafta iddaalıydı. Her iki tarafta daha önce birer maç kazanmış ve o zaman ki statüye göre üçüncü maçı kazanan şampiyon olacaktı. Bir tarafta şu an Karşıyaka taraftarının yakından tanıdığı daha gencecik, tecrübesiz o zamanın modası bıyıklı Halil Üner, diğer tarafta o yıllarda Karşıyaka’da ortaokul ya da lisede okuyanların spor malzemeleri almaya gittikleri Nadir Spor’da devamlı karşılaştıkları ve yakından tanıdıkları Nadir abileri...

Zaten o zamanlar yalnızca TRT var. Tüm Türkiye o gün bu maçı mecburen izliyor. Birde bizim gibi Karşıyakada oturan şanslı kesim Yunan televizyonu ERT’yi de izleyebiliyor. Mecburen hepimiz izlediğimiz Yunan basket maçlarından hem yunanca sayıları hem de kapanış zamanından adamların milli marşının melodisini ezbere biliyoruz. Yirmi senede ne acaip bir gelişme yaşamışız düşününce, şimdi HD yayın mı alsak , sayısız kanal arasından hangisini izlesek diye düşünüyor insan, kanalların hepsini takip etmeye imkan yok.

Maç başladıktan sonra karşılıklı basketler ile geçmeye başladı, genelde Karşıyaka hep önde götürdü çok fark açılmasada. Maça teknik gözle bakıldığında aslında basketbol oyunununda ne kadar gelişme gösterdiğini çok rahat anlayabiliyorsunuz. Daha üç sayılık atışlar yeni uygulanmaya başlamış, adam adama savunma kuvvetli değil, Amerikalılar şimdikiler gibi atletik değil, basketçilerin hem fizikleri hem de giydikleri formalar çok daha farklı ve televizyonda komik görünüyor.

Karşıyaka basket attıkça bayan çığlıkları bazen tezahüratları bile bastırıyor. O zaman üniversitedeki arkadaşlarım bana sorarlardı, ya sizin basketbol taraftarınızın yarısı kız, nasıl bir taraftar bu ? Taraftarımız modern görüntüsü ve sahadaki esprili yaklaşımları ile tüm Türkiye’nin ilgisini çekmişti.

Tüm maç boyunca beni en çok etkileyen şey maçı anlatan spikerin (hatırladığım kadarı ile oda Karşıyakalıdır) söylediği bir cümledir. “Karşıyaka Amerikalıları dışında tamamı ile altyapısından yetiştirdiği oyuncular ile mücadele ediyor”... Amerikalılarda topu topu iki kişi. Şimdi bu cümleyi düşünelim biraz...Şu an Karşıyaka ligin final maçını oynuyor ve kadrosunun hepsi altyapısından yetişmiş. Heralde bundan daha büyük bir beklentisi olamaz bir spor kulübünün. 19 yaşındaki Suat Olca takımın en kritik zamanlarında sayılar , üçlükler buluyor ve takımın yükünü sırtlıyor. Şimdi bu kadar genç bir oyuncunun bu kadar ciddi zaman alması ve takımın liderliğini yapabilmesi mümkün mü ?

Maç sonlara doğru şu anki hep eleştirdiğimiz federasyon başkanı eski GS’li basketbolcu Turgay Demirel’in hakemlerle oyunlarına, itirazlarına, çaresizliğine sahne oluyor. Açıkçası gencecik bir takım ve muhteşem taraftarına ezile ezile yenilmek ve şampiyonluğu kaybetmenin acısı hala kendisinde devam ediyor gibi günümüzde...

Bu sezon hocamız Ayhan Kalyoncu’nun gençlere önem verdiğini röportajlarından okuyoruz. Artık savaşan ve ismini basketbola altın harflerle yazdıracak, sorumluluk alabilecek gençlerin daha fazla vakit alıp, çok da iyi işler yapmasını temenni ediyoruz.

21 sene önceki başarının yarattığı mirası artık tüketmek yerine , Karşıyaka’nın basketbolda bir ekol olduğunu herkese anlatacak, yeni yeni miraslar yaratmak için gençlere güvenmek gerekiyor. Sporun endüstri olduğu günümüzde ayakta kalabilmek, rekabete girebilmek çok zor görünse de , başarıya aç gençler başarının ve maddiyatın kilitleri gibi görünüyor. Bu strateji günü kurtarma felsefesinin de sonunu getirecektir. Sonuçta gençlerle maçın sonuna kadar savaşan bir takım beklenildiği gibi basketbolu herkesten daha iyi bilen Karşıyaka taraftarının da gönlünde taht kuracaktır...

Hiç yorum yok: