19 Kasım 2009 Perşembe

Güç Aslında Bizde...06.02.2007

Uzun süredir yazmıyordum. En son yazımdan bu yana Karşıyaka İstanbul’da iki tane basketbol maçı oynadı. Alpella maçını kazandı, diğerini ise lig sonuncusuna kaybetti. İstanbul’daki maçların hepsini genellikle takip etmeme rağmen bu son iki maçta bazı şanssızlıklar yüzünden salonun yolunu tutamadım.

Darüşşafaka maçı öncesi içimden derin bir oh çektim, son zamanlarda gittiğim maçlarda hep kaybediyorduk, maça gitmiyorum ya mutlaka kazanırlar diye düşündüm.

Bir yandan da üzüldüm, maç sonrası ne güzel sevinç gösterisi olur, coşku olur, Karşıyakalılar bu sefer evlerine Maslak’tan geri dönerken mutlu dönerler diye düşündüm.

Ama maçın sonunda ligdeki duruma bakarsak sürpriz bir şekilde yenildik, ardından eleştiri bombardımanı başladı. Aslında oldukça iyi giden bir takımın bu maçı kazanması gerekirdi, Gary Neal’in gidişi ve bu maçın sonucu inşallah bir kırılma noktası olmazda tekrar toparlanma sürecine geçeriz.

Sürpriz yenilgi ve Gary’nin gitmesi Ankara’da bu hafta sonu yapacağımız kupa maçları öncesi moralleri bozdu. Ama dürüst konuşmak lazım, sanki bunlar olmasa kupada şampiyon mu olacaktık ? Bu sezon lig maçlarında Ülker FB, Telekom kendi sahalarında, Efes’te Karşıyakayı Arena’da yendi. Ülker FB maçında ne yaparsak yapalım o maçı kazanacak ne kadromuz ne de gücümüz vardı. Bu maçlardan bir tek Efes maçını seyircimiz sayesinde kazanma şansını yakaladık ama değerlendiremedik. Şimdi bu üç takımın olduğu finallerde şampiyonluğu düşünmek hayalcilik olmaz mı ? Tek şans iki maçtada yendiğimiz Beşiktaş ile finali oynamak sanırım. İnşallah takımımız finallerde şampiyon olurlar da bu yazdıklarımı bana yedirirler. Peki o zaman Gary Neal gitti, takım bitti, ahenk bozuldu diyenler ne diyecekler, iyi ki gitmiş mi diyecekler ?

Neyse, bu girişten sonra yazımda asıl gelmek istediğim şeyleri yazmaya başlıyorum. Gary Neal’in Barselona’ya transferinden sonra yönetime karşı eleştiriler çok fazlalaştı. Bunlar taraftar tarafından bakıldığında haklı eleştirilerdir. Senelerdir Karşıyaka dışında yaşayıp , takımın içeri de ve dışarıda başarısızlıklarını bolca yaşamış bir kişi olmam , ve artık yaşında hafif hafif ilerlemesi bu tür anlık tepkileri yapmadan önce daha sağlıklı düşünmemizin gerektiğini bana iyice öğretti.

Açıkçası kulüp yöneticiliği Türkiye de hatta tüm dünyada son derece fedakarlık gösterilmesi gereken bir iştir. Kulüp yöneticileri kendi işlerini takip etmek zorunda olduğu gibi mesailerinin çoğunu kulübe harcamak zorundadırlar. Fadakarlık gerektirdiği gibi en nankör işlerden de biridir. Bırakın başarısızlığı , yönetime göre yapılan karlı bir tranfer bile ciddi eleştirilerin kaynağı olur hemen. Gary Neal transferi taraftara göre çok yanlış zamanda yapıldı ama kulübün o anki mali tablosunun da ne olduğunu biraz düşünmemiz gerekli. Belki de bu transferi yapmasalar bir ay sonra takımı sahaya çıkaracak gücü bile bulamayacaklar.

Şimdi bırakın Karşıyakalı taraftar kimliğinizi ve takımınıza Karşıyaka dışından bakmaya çalışın. Dışarıdan baktığınızda Karşıyaka üç İstanbul takımının finansal ve taraftar güçleri ile mukayese edildiğinde küçük bir nokta olmayı aşamıyor. Daha kendi sınırlarında Karşıyaka ürünleri satan bir mağazayı bile sürdüremedik, elalem üç İstanbul takımını tutmaktan vazgeçmese bile memleketlerinin takımları için SMS kampanyaları ile milyarlar toplarken biz hala internet üzerindeki taraftar anketlerinde üç İstanbul takımının ardından dördüncü gelebilmek için uğraşıyoruz.

Taraftar tarafından bakıldığında idael kulüp yöneticisi hem yönettiği takımın gerçek bir taraftarı hem de çok iyi bir yönetici olmalıdır. Geçenlerde gazetede bir yazı okumuştum kısaca size de aktarayım. Fenerbahçe’nin İstanbul’un herhangi bir yerinde yapılan bir spor ve sosyal tesisinde adamın teki takım elbiseleri ile inşaatta bazı talimatlar veriyormuş. Toz toprak içinde üstelik Pazar günü bu inşaatta talimatlar yağdıran kişi başkan Aziz Yıldırımdan başkası değilmiş. Ne kadar eleştirsekte Fenerbahçe’nin rakiplerine göre daha ileride olduğunu ve bunun son bir kaç yıldır adım adım geliştiğini hiç kimse inkar edemez. Öyle ya da böyle yönetimi taraftarının da istediği şekilde çalışıyor.

Şimdi bize döndüğümüzde Karşıyaka’nın şartlarında kim yönetici olmak ve borçları alıp balıklama riske dalmak ister? Gerçek şu ki yönetici olduğunuzda hakiki Karşıyakalı olsanızda işlerin yoğunluğundan ve kaynak çaresizliğinden kulüp ruhunu unutup finansal gerçeklerle başbaşa kalıyorsunuz. Devam ettirmeniz gereken bir çark , ve bu çarkın kırılmış bir çok dişlisi var. Bazen çarkın dönmesi için küçük bir dişliyi feda edip büyük olanı sağlam tutmak gerekir.

Benim asıl eleştirdiğim nokta şudur , Karşıyaka Spor Kulübünü yönetmek (şu an çoğu spor kulübü aynı durumda) çok zor ancak bu göreve geliniyorsa da uzun vadeli mantıklı kaynak arayışlarına girişmek ve projeler geliştirmek zorundasınız. Yani kafayı kısa vadeli çözümlerden kaldırıp birazda gelir getirici projeler geliştirmek için zorlamak gerekiyor. Heralde senelerdir bizim kadar laf üretip icraata geçmeyen bir kulüp daha yoktur. Hani kredi kartlarından yapacağımız gelir ?, hani gelir getirecek benzin istasyonu ?, hani otoparklar ? hani alışveriş merkezleri ? hani plazalar ? Hani reklam veren firmalar ?..Yapıldı da bizim mi haberimiz yok, çok mu gizli ?

Eğer borçları kabul edip kulüp yöneticiliğine soyunuyorsanız muhakkak bunun riskini görüp kaynak arayışlarına geçerek uzun süreli düşünmeniz gerekir. Yoksa kısa günün karı diyerek aksiyonlar alındığında karşınıza mutlaka taraftarı alırsınız. Halbuki bu büyük taraftar yönlendirilerek ve kaynağın ana gücüne çevrilerek hem mutlu edilebilir hem de kulübü ayakta tutan bir numaralı güç olabilir. Önemli olan kontrolsüz gücü kontrol altına alıp en iyi şekilde kullanabilmektir. Tabi daha da önemlisi bu gücü kontrol edecek birilerini kendi içimizden çıkarabilmek...

Hiç yorum yok: