22 Kasım 2009 Pazar

Teknik Köstek...22.11.2009

Karşıyaka Spor Kulübünde Kasım ayının başından itibaren yaşanan gelişmelere anlık tepki vererek bir yazı yazmak istemedim. Forumlarda, taraftar sitelerinde hatta ülke basınına yansıyan yazılar yeteri kadar ilgi çekti, taraftarlar gelişmelere tepkilerini son derece medeni şekilde kendine yakışan şekilde dile getirdiler.

Reha Kapsal’ın teknik direktörlüğüne son verilmesi uygulanış olarak aslında Türkiye standartlarındaydı. Bu ülkede sistem bu şekilde işliyor ne yazık ki, medeni ülkelerdeki yol ayırımlarında bile çok daha beterleri ile karşılaşabiliyoruz.

Hepimiz Reha Kapsal’ın kaliteli bir teknik direktör ve Karşıyaka için şans olduğu konusunda hemfikirdik, benim fikrim sonraki dönemde kazanılmış iki maç ile değişmiş değil. Ama gelişen olaylar kopma noktasını önceden hazırlamıştı. Hatta Buca maçı sonrası sonuç ne olursa olsun teknik direktör değişikliğinin değerlendirilmesi gerekliliğini Ksklist grubunda önceden yazmıştım, yönetim benden hızlı davranıp Buca maçının sonucunu beklemeden operasyonu gerçekleştirdi. Bu hızlı operasyon belki de kazanılan üç artı puan olarak sezon sonuna yansıyacak. Aslında Reha Kapsal’ın görev süresi Kasım ayına kadar fiilen devam etmiş olsa da Play-off finalindeki Kasımpaşa maçında ruhen sonlanmıştı.

Kaliteli her teknik direktörün her takımda başarılı olacak veya uyum sağlayacak diye kurallar yok. Reha Kapsal’ın takip ettiğim iki canlı yayınında çalıştığı kurumdaki kurumsal problemlerden ve yetersizliklerden bahsetmesi aslında açığa vurulan serzenişlerdi. Yani motivasyon Kasımpaşa maçında bitmişti. Ne amaçlanmıştı ? Kadroyu koruyup üzerine ufak değişikliklerle takviye yapılacaktı, tam tersi oldu bir kaç futbolcu dışında tamamen takım yenilendi.

Profesyonel sektörde işten ayrılan bir yöneticinin aynı kuruma tekrar dönmesi hemen hemen imkansızdır, futbolda ise tamamen farklı oluşan kültür aynı kişinin üç beş kere bile aynı kulüpte çalışmasına imkan sağlıyor. O yüzden ileride neler olur kimler gelir gider kimse bilemez. Reha Kapsal’a her ne olursa olsun yaşattıkları ve kurumsallaşma için verdiği emekleri için teşekkür ederiz.

Kulübümüzde asıl sorgulanacak olan teknik direktörlerin gelip gitmesi değil bir ekol oluşturup oluşturamadığımızdır. Yoksa bu sene motive olup arka arkaya maç kazanarak potaya girmek bize süper lig umutları dışında bir ışık vermez. Biz artık gelen teknik direktörden yalnızca günü kurtarmak için uygulamalar değil kalıcı altyapıya yönelik, kurumsallaşmaya yönelik hamleler de bekliyoruz. Çok uzağa gitmeye de gerek yok, basketboldaki başarılarımızı ve yarattığımız ekolü incelerse kendisine temel taşları gösterecektir.

Yönetiminde artık çağa ayak uydurup kulübün altyapısını günümüze uydurması gerekmektedir. Banka kartlarından , Gsm şebekelerinden , benzinliklerden gelir sağlamayı falan geçtim, şu kulubün üye listesini gözden geçirin. Üyeler internet üzerinden bilgilerini güncellesinler, aidatlarını yatırsınlar , borçlarını görsünler. Üzerinden günler geçmiş hala resmi internet sitesinde teknik heyetin başında Reha Kapsal var ! El insaf. Karşıyakalılar teknolojik insanlardır, mutlaka bu işe el atacak kişiler çıkacaktır. Hadi çıkmadı diyelim makul bir ücret ile istediğinizi yapacak profesyonel yazılım firmaları var. Hadi artık geri kalmayalım şu çağda. Geçen hafta kafsinkaf.org yalnızca bir gün 3-4 saat haber yenileyemedi millet eleştiri yağmuruna tuttu. Konuştuğumuz 97 yıllık Karşıyaka Spor Kulübünün dünyaya açılan kapısı...

Teknik kadronun uzun vadede kurumsallaşma, altyapı konularında atılım yapmasını beklerken yapılabilecek çok basit bir hatanın bir takımın itibarını nasıl sarstığını da bugün en çarpıcı haliyle gördük. Daha önce Karşıyaka Basketbol koçluğuda yapmış Okan Çevik’in verdiği yanlış karar ve sahtekarlığa varan davranış bulunduğu kulübe kendisine verdiği zarardan çok daha fazla zarar vermiştir. Açıkçası ben bu tür bir durum ile karşılaşan takımın taraftarı olmaktansa amatör kümede mücade etmeye razıyım. Galatasaray Kulübünün kendi içinden yetişen Okan Çevik muhtemelen bundan sonra asıl mesleği olan Diş Hekimliğine geri dönecektir ama bu lekeyi üzerinde ilelebet taşıyacak olan Galatasaray o kadar kolay bu durumdan kurtulamayacaktır.

Kamuoyu verilen cezaların normal hatta ağır olduğunu düşünsede, olması gereken ceza küme düşürülüp düşürüldüğü ligde eksi puanla başlatılmaktı. Ama psikolojik olarak kamuoyunu etkileyip bu konuyu da nispeten hafif cezalar ile geçiştirdiler. Acaba Ülker takımları dışında bir takım bu sahtekarlığa başvursaydı ne olurdu ?

Bu yazıda gelinen ana sonuç Karşıyaka Spor Kulübünde çalışacak teknik kadronun ve yönetimin etik değerlerden uzaklaşmadan kulübün şanlı armasını ve tarihini zedelemeden bayrağını taşıması ve bayrağı zamanı gelince onurlu şekilde devretmesidir. Daha gelir gelmez başlayan eleştiri yağmuru ile Ümit Turmuş’a yüklenmeyi şu an devam ettirmek faydalı olmayacaktır. Bekleyelim nasıl olsa eleştirecek çok fazla zamanımız olacak. Ama ileride yapılacak eleştirilerde günlük eleştirilerin dışına çıkıp bütünü görebilen eleştiriler kesinlikle ön planda olmalıdır.

www.murattarman.com

19 Kasım 2009 Perşembe

Fındık Fıstık Atmayın...18.10.2009


Bu yıl üçüncü kez Kartal stadında Karşıyaka’yı izledim. İlki geçen sezon yenildiğimiz lig maçı, ikincisi de üzerinden fazla zaman geçmemiş olan kupa maçıydı. Anladık ki kupa maçı bir ölçü değilmiş. Karşında biraz diş gösteren rakip olunca sonuca mahkum oluyorsun. Yine üstün bir oyun kuramamızın sıkıntısını yaşayıp maçı kaybettik.

Şimdi maçı izleyenler bir çok bahane ileri sürecekler. İlk yarı çok üstün oynadık, Erçağ pozisyonları değerlendiremedi, gereksiz kırmızı kart gördük, hakem rezil bir maç yönetti, Kartal iki kez geldi gol oldu gibi.
Ama unutmamak lazım futbol tüm bu parametreleri kapsayan bir oyun, yani sonuç oyunu. Oynayıp kazanmayı bileceksin. Pozisyon kaçıyorsa tekrar yaratmaya çalışacaksın, rakibine baskıyı kurup bunaltacaksın. Oyun hakimiyetini kaybedince maçın kaybedilmesi kaçınılmazdır. Aslında taraftar en iyi hakemdi, maçta mücadele ve özveriyi takımında hissetmiş olsa maç sonu yine de tribüne çağırırdı. Bunu yapmadı.

Maçın Karşıyaka için üç kırılma noktası vardı. Bunların hepsi ikinci yarıdan. İlk golü yedikten sonra toparlanmaya fırsat bulamadan hemen ikinci golü yemek ilk kırılma noktası. Şampiyonluk hedefinde olan bir takım gol yediği zaman ani paniğe kapılıp oyun disiplinini bırakmamalı. Sen bir an konsantreni kaybedersen eloğlu (Yakubu) affetmez fırsatı değerlendirir. İkinci kırılma noktası Erçağ’ın gollerden sonra kaçırdığı %100 lük gol fırsatı. Daha dakika 57 idi. Gol olsa maçın seyri tamamı ile değişecekti. Kalan 30 dakikada gol yememek için Kartal kendi sahasına hapsolucaktı. Üçüncü kırılma noktası 71. dakikada gelen kırmızı kart. Kart saha içinde bize oldukça uzak bir noktada çıktı o yüzden haklı haksız diye bir yorum yapamam ama Karşıyaka’nın gardını tamamı ile düşürdüğü kesin. Bu dakikadan sonra biz üçüncü golü bekledik ama Kartal’da skora razı olunca maç bu şekilde sona erdi.

Karşıyaka ne zaman havaya girse ve taraftarı sahada desteğini arttırsa hemen kötü bir sonuç geliyor. Artık bu durum gelenek haline geldi. Taraftar yağmur çamur demeden yine kendine ayrılan yeri doldurmuştu Kartal stadında. Hatta açık tribün kısmına da mecbur kalıp ciddi sayıda taraftar almak zorunda kaldılar. Yenilginin verdiği üzüntü ile birlikte tribünde yaşananlar yine can sıktı.

Artık deplasmana gelen taraftara yapılan tribün zülümleri bitmeli. Aslında tribündeki berbat ortamı görünce hep bir daha gelmeyeceğim artık bu sefalete diyorum ama dayanamayıp geliyorum, tüm gelenler gibi. Deplasman taraftarına tamamen hayvan muamelesi yapılıyor. Öncelikle her tarafımız kafesli, hayvanız ya kaçarız, sahaya gireriz mazallah. Hadi buna alıştık, ama kardeşim bari tuvalete gitmeye izin verinde hayvanlar ! tribüne işemesin. Maçtan önce yağmur yağmıştı da farkedilmedi karışımlar ama maç sonu ciddi koku yayılmaya başlamıştı. Neyseki ben bir ara fırsat bulup kale arkasından açık tribüne geçtim. Bir nevi kafesim genişledi, geçerken tuvalette buldum.

Hele maç bittikten sonra olanlar. Bunları artık yaşamaktan sıkıldım. Giresun maçında, İnönü’de, Güngören’de, Kartal’da her yerde... Her zaman deplasman takımı daha sonra çıkıyor. Ya kardeşim mecbur mu bu taraftar kazanan takımın galibiyet sevincini izlemeye. Zorla tahrik ederek sanki olay çıksın diye taraftarı iyice geriyorlar. Üzerimize kilitlenen demir kapılar ile hayvanat bahçesinden bir türlü kaçamıyoruz.

Bayrampaşa stadındaydı galiba çıkışta zorla otobüse bindirdi polis, ya kardeşim arabam şuradaki elimle gösteriyorum adam inanmıyor. Sonunda kontak anahtarı ile uzaktan kilidi açtımda anladı, yine şanslıydım “ulan bu anahtarı çalmışın” demedi. Hayvanız ya taraftarda araba falan ne gezer. Maça gelen taraftar sanki yalnızca tribünde yaşayan bir canlı, orada yiyor içiyor, ürüyor, ihtiyaç gideriyor, başka hayatı yok. Artık bu zihniyetten tüm ülke olarak sıyrılmalıyız. Yakışmıyor.

Kartal ile kupa maçında başlayan dostluk havası devam ediyor. Hatta bu maç öncesi Kartal stadı önündeki lokalde bir çok yeşil-kırmızı atkılı arkadaşlarımız beraber çay içip tavla oynamaya bile başlamışlar. Aslında olması gereken görüntüler bunlar , son derece güzel görüntüler. Dostça geçen maç boyunca karşılıklı en ufak bir küfürün olmaması çok sevindiriciydi.

Kartal-Çanakkale-Konya...10.10.2009

Sahada izlediğim Kartal kupa maçında ve Çanakkale lig maçında Karşıyaka karşısına sahaya motive olarak çıkmış rakipler yoktu. Konya maçında içine düşülebilecek rehavetle ciddi bir kayıp yaşanabileceği aklıma devamlı geliyordu. Sonunda yenemiyorsan yenilme mantığı adil bir şekilde işledi ve son dakika golü ile bir puanı aldık. Biraz dikkatli olabilsek son saniye golü ile üç puanı alıp Konya’yı derin bir bunalımın içine sokabilirdik.

İzlediğim son üç maçın aslında çok net bir sonucu var. Bank Asya takımları seviyesinde oynanan maçlarda, Karşıyaka oyunu kendi isteğine göre şekillendirebilirse karşısında hiç bir takım tutunamaz. Hem futbolcu kalitesi hem de fizik gücü bunun için yeterli görünüyor.

Kartal maçı belki de kupa maçı olduğu için golü attıktan sonra defansif bir anlayışa bürünmek turu geçmek istemeyen bir takımı bile ciddi gol pozisyonlarına soktu. Özellikle ikinci yarının ortalarına kadar hakimiyeti ele geçirememek dağınık ve pozisyonsuz bir futbol yarattı. Tribünde kendi kendime çok kızdım , sanki karşında Barselona var da golün üstüne yatıyorsun. Yine de sahaya geçen senenin aksine üç forvetle çıkmak aslında bu sene çok gol atıp çok gol yiyeceğimizin sinyallerini veriyordu.

Çanakkale’de erken golün gelmesi takımın güvenini getirdi ve baskılı oyunu hiç bırakmadan farklı galibiyet geldi. Giresun maçından sonra bu sene ikinci teknik direktör değişikliğini Çanakkale’de gerçekleştirdik. Son senelerde alışık olmadığımız beş gol atıp galip gelmek çok sevindirici bir olaydı, hele deplasmana giden taraftarlar için tam armağan oldu.

Konya maçının ilk dakikalarında orta saha hakimiyetini kaybedince zorlu rakiplere karşı bu sene problem yaşayacağımızı hatta ilk ikinin zor olduğunu düşünmeye başlamıştım ki arkasından bir de gol gelince maç gidiyor diye düşündüm. Ama Karşıyaka gerçek futbolunu sahaya yansıttığı anlarda Konya’nın ne kadar aciz kaldığını da çok net şekilde gördük.

Reha Kapsal dokuzuncu haftaya kadar bize zaman tanıyın dese de takım artık oturmaya başladı. Geçen sene ile en büyük fark artık takım gol yemekten korkmuyor. Çünkü yese bile arkasından gol ya da goller atabilecek kapasitede. Geçen sene kafayı en fazla taktığım korner atışları bu sene çeşitlilik gösteriyor. Bundan sonra biz değil bu problemi Sivasspor düşünsün...

Kalede Necati şu ana kadar sırıtmadı. Çok üst seviye maçlarda bile yapılan saçma sapan kaleci hatalarını görünce nazar değmesin diyorum. Sonraki maçlarda kesinlikle hatalı goller yiyecektir ama bu durum kronik bir hal almadıkça çok büyük problem yaratmaz.

Defans şu an için bence oturmayan mevki. Orta sahanın güçlü ve mücadeleci olması defansı önceki maçlarda hep rahatlattı. Ama orta sahanın gününde olmadığı bir maçta ciddi sıkıntılar yaşayabiliriz. Gurur defansından çıkıp ikinci golünü de Konya’ya atarak Karşıyakanın gururu olmaya aday. Mustafa’nın kendi kalesine attığı 87. dakikadaki gol tamamen amatörceydi. Bu tür hataları risk almadan minumum seviyeye indirmek gerekiyor. Futbol acaip bir oyun kendi kalesine belki bu golü atmasa son dakikada gol yiyip yenileceğiz, belki de yeneceğiz kimbilir ? Maç sonrası Mustafa Okan’a gidip teşekkürlerini iletti, belli ki Okan Karşıyaka’yı bu maçta kurtardığı gibi onu da kurtardı.

Bu sene geçen seneden de favorim olan Taha ve Erçağ’ın yılı olacak gibi. Taha mücadeleci kişiliğine ek olarak vuruş tekniğini ve oyun içindeki dağınık tarzını geliştirebilirse bence önü çok açık. Erçağ Kartal maçında sağ çizgiye çok yakın oynadı. Çizgiye çok yakın oynaması yapabileceklerinin çok sınırlı kalmasına sebep oluyor. Konya maçında daha serbest bir görüntü verdi. Enerjisi ve hızına vuruş tekniğini de ekleyebilirse çok yararlı olacaktır.

Yabancı seçiminde bu sene yine bir Camara örneği yaşıyoruz. Alfred Kartal maçında tam bir fiyaskoydu. Bazen deriz ya ben olsam daha iyi oynarım. Futbolcu olmayan bir kişi dışarıdan atar tutar , sahada olsam şunu yaparım bunu yaparım... Ama nefesi topa koşmaya bile yetmez yığılıp kalır. İşte Alfred tribünde ben daha iyi oynarım diyerek sahaya girmesine izin verilmiş bir taraftar kadar futbol oynayabildi. Zaten ikinci yarıyı bile göremedi sahada.

Sonuçta cezaların dördü gitti biri kaldı. Önümüzdeki hafta Kartal maçını ve içeride Ordu maçını kazasız atlatırsak taraftar ile rakipleri boğarız. Bu sene hedefin hiç bir şekilde ilk iki dışına çıkmaması gerekli. Play-off özellikle defansif hatalara açık bir takımın tekrar hüsran yaşamasına sebep olabilir. Karşıyaka taraftarı bir hüsrana daha hazır değil.

Çamur At İzi Kalsın...07.09.2009

İnönü stadında belki de olabilecek en kötü yerden Giresun maçını izledik. En kötü yerde olmamıza rağmen çok net şekilde gördüğümüz açık penaltı sonrasında basında çıkan bazı yazılar maç hakkında yazmak istediğim tüm düşüncelerimi farklı bir kulvara çekti.

Geç saatte eve gelip maçın tekrarını televizyondan izledim. Aslında yazımda yazmak istediğim ana konular maçın teknik yorumu, taraftarın tribünde çektiği yer eziyeti, Giresun taraftarının sahaya girdiğinde verilmesi gereken ceza, maç öncesi taraftarların kendi aralarındaki muhabbetleri gibi konulardı...

Ama büyük bir gazetede ana başlık olarak atılan “Çıldırtan İkram” başlığı tepemi tamamen her Karşıyakalı gibi attırdı. Deplasmanda kazanılan bir galibiyetin hakkı bu kadar yenir. Evet belki maçın hakkı beraberlikti. Hepimiz iyi oynanmadan kazanılan bir çok maç gördük, bu sefer şans bizden yanaydı. Televizyonda penaltı pozisyonunu izlediğimde maçı canlı izlememiş olsam benimde kafamda tereddütler olurdu. Saha içinde herkes net bir şekilde gördü ki bu hareket açık bir penaltıydı. Zaten yan hakem tereddütsüz penaltıyı verdi.

Bu tür okuyucuyu yanlış yönlendiren haberler aslında Karşıyaka’nın sahadaki rakiplerinden çok daha tehlikeli. Haberin içeriğindeki taraftar sahaya girdi cümlesinin bile okuyucuda çağrıştırdığı imaj Karşıyaka taraftarı sahaya girdi şeklinde. Haber hakkında yazılan yorumları görünce tepkim daha da artıyor. Yok Karşıyaka’nın lobisi varmış, yok mutlaka bir İzmir takımı çıkarılacakmış, 1000 maç ceza verilse azmış v.s. gibi yorumlar.

Bu tür çok fazla okuyucuya ulaşan haberlerin en kötü etkisi hakemlere olacaktır. Muhtemelen bu tarihten sonra bariz penaltılarda bile hakemler tereddütle yaklaşıp kararlarını aleyhimize kullanabilirler.
Bu konuda teknik ekibin tedbirlerini alması gerekiyor. Karşıyaka’nın diğerlerinin sandığı gibi federasyonda lobisi yok, ama Karşıyaka düşmanlarının görüldü ki ciddi Karşıyaka fobisi var. Bundan sonra bu tür yanlış haberlerin yazılmaması ve maçlardaki yanlış kararları engelleyebilmek için artık lobiye de ihtiyacımız var. Bu konuda yönetime çok iş düşüyor. Çünkü taraftar içindeki çılgın Karşıyakalılığa ve yapılan tüm kışkırtmalara rağmen sukunetini korumaya çalışıyor.

Maç boyunca verilen daracık kafese 2000 kişi sığmaya çalışan çoluk çocukla gelmiş Karşıyaka taraftarı, kışkırtmalara ve küfürlere karşı bile sukuneti hep korudu. Ortaçağda bile görünmeyecek kadar kötü konumu ve görüntüyü engelleyici panoları ile rakip taraftarı boğmak için düzenlenmiş bu alanda değil sahaya girmek, çevrili ağdan dolayı sahaya para atmak bile imkansız.


Kısa Kısa maç gözlemlerime gelince

- Maç öncesi ufak tefek atışmalar dışında Giresun ve Karşıyaka taraftarı dostça beraber stada girmeyi beklediler. Fotograflar çekildi , bol muhabbet edildi.
- Karagümrük taraftarı Karşıyakayı yalnız bırakmadı, hepsine tekrar teşekkür ediyoruz.
- Karşıyakaya verilen 1750 kişilik yere 2000’den fazla taraftar girince maç izlemek çok zorlaştı. Doğal omuz omuza gerçekleşti. Hiç ayrılmadık.
- Dışarıda kalan taraftarın sahaya girmesi için biletler tribünden aşağı atılıp tekrar kullanıldı.
- Kalede Necati bence oldukça başarılıydı.
- Maçlarda özel güvenlik görevlileri ile bu iş olmayacak, çok yetersiz kalıyorlar.
- Karşıyaka daha hazır değil ama iyi yolda.
- Giresun taraftarı beklediğimiz kalabalığı İnönü’de toplayamadı.
- İnönü Stadında nasıl Şampiyonlar Ligi maçı oynanır anlayamadım, Manchester taraftarını bizi aldıkları kısıma mı alacaklar ?
- Karşıyaka taraftarları içinde uzun zamandır maça gelmeyen simalar da vardı, bu çok olumlu bir gelişme.
- Maçın son dakikada ciddi şekilde soğumasına rağmen Okan gerçekten iyi bir penaltı attı.
- Dünyada yalnızca İnönü Stadında tribünden sahanın bir kısmı görülür heralde. Sonradan açılan dar tribünde (genellikle Karagümrüklü taraftarlar oradaydı) stadın yalnızca tek kalesi görünebiliyordu.
- Maç sonrası yine bir teknik direktörü işinden ettik.
- Herşey rağmen 3 puan çok iyi, her puan altın değerinde...

Haydi Maça...31.08.2009

Karşıyakalı futbolcular ile taraftarlar sezonun üçüncü haftasında sonunda bir lig maçında birbirlerine kavuşacaklar. Bu kavuşma beklenmeyen bir şekilde İstanbul’da İnönü Stadında olacak...

Hafızamı zorladım, notlarımı karıştırdım İnönü stadında Karşıyakayı en son 1993 yılı Ekim ayında izlemişim. O yıl İnönü Stadı bir çok müzik grubuna ve dünya çapında yıldızlara da ev sahipliği yapmıştı. Michael Jackson, Metallica, Guns And Roses, Bon Jovi ve Scorpions. Hiçbirini kaçırmamıştım, 24 tane kutu kola alana bilet bedavaydı. Son derece hareketli günlerdi. Evde Beşiktaşta olunca yol problemi de olmuyordu.

İnönüdeki Beşiktaş maçını 2-0 kaybetmiştik. Sezonun ilk devresini 10. sırada bitirmiş olsakta sezon sonunda 15. olup küme düşmüştük. Yeri gelmişken bir anımı da anlatayım. O sene bizle beraber Sarıyer de ligde sonuncu olup küme düşmüştü. Genelde İstanbuldaki Sarıyer maçlarında para, taş atmalar, küfürleşmeler çok fazlaydı. Sarıyer Stadından çıkış güzelgahında tek yol olduğundan deplasman takımları taşlara ve darbelere çok açıktı. Bindiğimiz belediye otobüsünün Sarıyer çıkışında minübüsler ile önü kesildi. Biz otobüsün içinde dışarıdan atılan kaldırım taşlarına maruz kaldık. Adamlar küçük taşlarla yetinmeyip, yolun kenarındaki kaldırım taşlarını söküp onları otobüse fırlatıyorlardı. Düşünsenize bir taş en az 5 Kg. Şöföre kapıları açma devam et desekte dinlemedi. Önce otobüsün kapılarını tutmaya, açtırmamaya çalıştık, kapılar açılınca hepimiz otobüsün tutunma yerlerinde ninja tarzı uçuşlarla ve tekmelerle kendimizi savunduk. Olan bizim sözümüzü dinlemeyip kapıları açan ve duran şöföre oldu. Otobüsün tüm camları kırılmış, neredeyse pert olmuştu. Biz bir yolunu bulup oradan sıyrıldık...

1994-1995 sezonu Karşıyaka yine Süper Lige döndü. Bu zaten son dönüşümüzdü. Çıktığımız sezon lig sonuncusu olup lige veda etmiştik. O yıl ben askerlik yüzünden İnönü Stadında oynanan Beşiktaş maçına gidememiştim.. Özetle İnönü Stadında Karşıyakayı izlemeyeli benim için tam 16 sene olmuş !
Hala İnönü stadında Karşıyaka karşısında izlediğim Gordon Milne’nin asker arkadaşları diye takıldıkları Walsh, Wilson gözlerimin önünde...

Kitapları karıştırırken elime çok değişik bir istatistik geçti. Biraz eski bir bilgi ama 1980 yılında İstanbulda yaşayanların doğdukları şehirleri incelemişler. İzmirde doğanlar 28,795 kişi. Tabi bu sayı tüm İzmir’i kapsıyor, Karşıyakayı içinden ayırmak mümkün değil. Giresunda doğanlar Sivas ve Kastamonuda doğanların arkasından üçüncü sırada geliyor. Toplam 134,903 kişi...
Giresun taraftar sitelerini incelediğimde İnönü’de çok ciddi taraftar olacağından bahsediyorlar. Gerçi bu haftaki Karabük mağlubiyetinden sonra acaba yine içlerindeki üç İstanbul takımı duyguları kabarır mı diye düşünmeden edemiyorum. Biz Ankara Play-off maçlarında Bolu taraftarını da gördük. İstanbuldan Ankaraya gidene kadar neredeyse solladığımız her araba Bolu bayraklarıyla süslenmişti. Tribünde sayının değil , niteliğin ne kadar önemli olduğu bu maçta herkes görmüştü.

Sezonun takımımızı izleme fırsatı bulduğumuz ilk maçına gitmek bence çok eğlenceli olacak. Hele kazanılmış bir Samsun maçı sonrası daha da keyifli. Çünkü sonraki hafta Altay maçı seyircisiz, sonra Gaziantep gibi uzak bir deplasman var ve yine seyircisiz Erciyes maçı takip ediyor. Ayrıca İnönü Stadının dünyanın seçilmiş en güzel stadlarından biri olduğunu da unutmamak lazım. Boğazdan gelen tatlı esinti altında sahada oynanan güzel futbol ve Karşıyakanın atacağı goller insanı kendinden geçirebilir...

Arkana Bakma Artık...21.05.2009

Hepimiz için sanki rüyaymış gibi geçen, yarattığı fiziksel yorgunluğu bir tarafa ruhi yorgunluğunu hala atamadığımız Ankara maceramız geçen senelerde olduğu gibi hüsranla sonuçlandı...

Aslında Süperlige çıksakta yazımda aşağıdaki konulardan bahsedecektim. Sonuçta dört takımın oynadığı Play-off maçlarının sonuçları biraz şansında yardımı ile değişebilirdi. Karşıyaka ilk maçın sonunda penaltılara bile kalmadan evine dönebilir, ya da Kasımpaşa maçının ilk yarısında Süperlige çıkmış bir takım olabilirdi. Dedim ya , play-off herşey olabilirdi. Süperlig bize bu sene de nasip değilmiş.

Play-off maçlarının statüsüne çoğu yorumcu gibi bende karşıyım. Futbol kalitesi ister istemez yerlerde sürünüyor, futbolcular stresten zor ayakta kalıyorlar. Dört takımın kendi aralarında oynaması ve toplam üç maçın altı maça çıkması çok daha mantıklı... Evet görüntüde mantıklı ama o zaman niye tüm büyük turnuvalar tek maçla sona eriyor ? Niye Dünya şampiyonu ülke veya şampiyonlar ligi şampiyonu son yaptıkları maç ile belirleniyor ? Demek ki bu statüden önce başka şeyleri ciddi şekilde düşünmemiz gerekli.

1987 yılında Karşıyaka’da yaşadığımız şampiyonluk çoşkusunun benzerini hem de Ankara’da yaşadık final maçı öncesi. Ankara caddeleri, Anıtkabir, Yenişehir Asaş Stadı Karşıyaka sesleri ile inledi , her taraf yeşil kırmızıya büründü. Senelerdir görüşmeyen , haberleşmeyen eski arkadaşlar buluştu, kafalar çekildi , beraber yolculuklar yapıldı, boğazlar yırtılana kadar kaf kaf çekildi. İçimizdeki Karşıyakalılık duygusu maksimum seviyeye çıktı.

Ülkemizdeki çoğu takımda olduğu gibi Karşıyaka’da da maddi sıkıntılar çok üst seviyede. Bu tür ekonomik baskılar sonucunda artık futbol ne yazık ki bir spor olmaktan çıkıp ekonomik savaşa dönüştü. Aslında Karşıyaka Kasımpaşa maçında ikinci uzatmada yediği gol ile Süper Ligi değil , çok yüklü bir meblağı kaçırarak muhtemelen geleceğini tehlikeye attı.

Bu aşamadan sonra Karşıyaka Spor Kulübünü iki seçenek bekliyor. Birincisi yönetimin genel kongrede görevi bırakıp, başka aday da çıkmayınca kulübün anahtarını kaymakama teslim etmesi. İkincisi görevdeki yönetimin tekrar aday olup (açıkçası kongrede başka aday beklemiyorum) seçilmesi ve hacizlerle ve borçlarla yaşamaya devam etmesi...

Aslında Süper Lige çıkmakta problemleri çözmeyecekti. Size söyleyeyim, ayak bastı parası ile teknik ekip ve futbolcuların paraları ödenip kadro korunmaya çalışılacak, üç beş tesadüfi yapılacak yabancı transferler ile paraların bir kısmı boşa harcanacak, küme düşmemeyi hedefleyen bir takım kurulacak ve mücadele etmeye başlayacaktık. Hangi ligde olursan ona göre bütçe ile mücadele etmek zorundasın. Yani gelirler artsa da giderlerde aynı oranda artacak ve borç batağı daha da çoğalacaktı.

Okuyanlar Süper Lige çıkalımda ne olursa olsun neden bunları yazıyorsun diyebilir. Sonuçta Ankara’da 20-25 sene önceki tribün arkadaşlarımla beraber Kasımpaşa maçını izlerken aslında geçen zamanda değişen çok fazla bir şeyin olmadığını gördüm. Biraz göbeklenip, saçları beyazlatmışlar !

Herkese soruyorum. 22 sene önce Süper Lige çıkarken stadımız yoktu, şimdi var mı ? Kulübün Sn.Selçuk Yaşar (Pınar , Dyo) ve yönetimde görev alan kişilerin verdiği paralar , tribün geliri, iddaa geliri , Bank Asya parası, üye aidatları dışında düzenli gelirimi var ? Belediyeden gerekli desteği alabiliyor muyuz ?

Anlık başarılar yerine artık 100. yılına yaklaşan Karşıyaka Spor Kulübünün kurumsallaşmasına ihtiyacımız var. Günü kurtaran değil her ortamda sağlam geliri olan , istikrarlı bir kulüp olmalıyız.


Yönetimin artık günü kurtarmak yerine Karşıyaka Spor Kulübünün geleceğini kurtarmaya yönelik projelere imza atması lazım. Süperlige çıkarım gelecek paralarla teknik heyeti ve futbolcuların alacaklarını kapatırım düşüncesi tamamen kumar olan Play-off ta işlemedi. Halbuki hepimizin senelerdir konuştuğu Karşıyaka stadı projesi, Karşıyaka Marina, sahildeki kulüp binası ve stadın olduğu yere yapılacak alışveriş merkezi projesi gibi projelerin gerçekleşmemesi kulübü bu durumlara getirdi. Kasımpaşa Beyoğlundaki otoparklardan ciddi bir gelir elde ediyor. Karşıyakadaki otopark gelirlerinin ne kadarı Karşıyaka Spor Kulübüne geliyor ? Ayrıca belediye ile ilişkiler ile sabit gelirlerde sağlanabilir. Örneğin çevre vergisini belediyeler belirliyor ve topluyor, bu vergiyi Karşıyaka’da oturanlardan topluyor. Peki bu verginin belli bir oranını Karşıyaka Spor Kulübüne gelir olarak aktaramaz mı ? Çoğunluğun verdiği bu tür gelirlerden belli payları kulübe aktarmadan ciddi gelirler elde etmek ne yazık ki çok zor. Bir ara kredi kartlarından gelir elde ediyordu kulüp, şimdi ciddi bir banka ile bu tür anlaşmalar yapılsa taraftarlar bu tür kartlara rağbet gösterecektir. SMS projeleri, kafkaf store, düşünülecek bir çok projeler var. Sonuçta bir klüp başarılı ya da başarısızsa bunun asıl sorumlusu her zaman yönetimdir.

Taraftarımız muhteşem ve benzersiz. Ne yazık ki yalnızca biz bu şekilde düşünüyoruz. Bu sene özellikle Özgür Soylu’nun vefat etmesi ile sempati ile bakılan bir taraftar grubu olmaya başlamıştık. Maçlarda küfür etmemek, sağduyulu davranmak, futbolcuları sonuna kadar desteklemek çok güzel görüntülerdi. İçimizdeki Karşıyakalı asiliği anca bir sezon dayanabildi. Kasımpaşa maçında tamamen patladı. Sen final maçında daha ilk dakikalarda öne geçmişsin, elinde ne varsa stadın içine atıyorsun. Karşındaki takım daha yaşlı ve tecrübeli, sen oyunu soğutarak onların ekmeğine yağ sürüyorsun. Zaten iki takım iki gün önce 120 dakika koşmuş, bırak karşı takım dinlenmesin daha da yorulsunlar.

Senelerdir taraftarlarda gözlemlediğim en kötü şey hep yönetimden beklentide olmaları ve ellerini ceplerine hiç atmaya çalışmamaları. Sonuçta bir kulübün taraftarı olmak sosyal bir olgudur, kulübün seni mutlu eder, mutsuz eder, bir yere ait olma duygusunu hissedersin. Bazen bu duygular diğer duygularının hepsini bastırır. Hepimiz ne diyoruz “Herkes Sever , Biz Ölürüz”. Kardeşim ölmeyi bile göze alıyorsun, 5 lira stada giriş parasını niye hep başkalarından bekliyorsun. Süperligde İstanbul takımları 300-500 TL ye bilet satarken biz hala kendi kendimize 2012 de şampiyonlar ligi finali hayalleri kuruyoruz. Mantıklı olmak lazım. Bırakın şampiyonlar ligi finalini, yaşadığım sürece Süper Ligde ilk 5 içine giren takımımız olursa ben huzur içinde göçeceğim öbür tarafa. 1961-1962 sezonunda ligi 5. bitirmişiz. Yaklaşık 47 sene öncesinde bu başarıyı yaşamışız yalnızca...

Kasımpaşa maçı sonunda çıkan olaylarda taraftar ikiye bölünmüş durumda. Birinci grup iyiki sahaya girdik az bile yaptık, keşke daha fazla dayak atıp olay çıkarsaydık düşüncesinde. İkinci grup ise olaylardan pişman ve Karşıyakalılara yakışmadığını düşünüyor. Ben maç anında stada girmediğime ve sukunetimi koruduğuma göre ikinci gruba giriyorum. Reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığı taraftarlıkta işlemiyor, bu olaylar Karşıyaka kulübünün imaj olarak yıllarca geriye gitmesine ve Karşıyaka düşmanlarının daha da sevinmesine neden olmuştur. Önümüzdeki sezona da ciddi cezalarla başlayacağımız kesin. Maddi cezalardan bahsetmeye bile gerek yok. Sen kaşıkla topla diğerleri kepçeyle dağıtsın ! En üzüldüğüm nokta senelerdir maça gelmeyen taraftarların bu olaylardan sonra yine maçlardan soğuyacakları ve çocukların içine işleyen korku anıları. Ayrıca olayları çarpıtarak taraflı Karşıyaka düşmanlığı yapan bazı sözde spor yazarlarını da kınıyorum. Yine de üç beş çapulcunun el kol hareketini ciddiye almamalıydık.

Bu arada Yenişehir stadında jandarmanın son derece sağ duyulu ve yapıcı davranışları ile olayların ciddi şekilde büyümesi engellendi. Herhangi bir şekilde karşı kuvvet uygulasalar olaylar kesinlikle bu kadar ucuz atlatılmayacaktı, Allah korusun ölen bile olabilirdi.

Konunun diğer bir halkası teknik heyet ve futbolculara gelince... Seneler sonra arkasında olduğumuz bir teknik direktörümüz ve isimlerini atlamadan sayabileceğimiz futbolcularımız olmuştu bu sene. Gönül isterdi ki ara transferde bazı futbolcular alıp kadroyu güçlendirmiş olsaydık. Futbol son derece göreceli bir kavram olduğu için ne kadar iyi takım kurulsa da eleştiriler olacaktır. Reha Kapsal’a yaptığımız ana eleştiri futbolu oynamak için değil oynatmamak için kadro kurmasıydı. Ama bu kadar genç bir ekiple yapması gereken belki de buydu. Zaten bu işi daha iyi bilsek biz orada olurduk ! Tüm temennimiz maddi sıkıntıları çözüp teknik kadroyu ve futbolcularımızı seneye de Karşıyaka forması altında görmek. Reha Hocam şu eleştiriyi yapmadan geçemeyeceğim. Seneye inşallah duran topları daha iyi kullanırız. Özellikle kullanılan her korneri rakibe atmamız bende takıntı haline geldi. Son maçlarda sayıca çok fazla korner kazandık ama sonuç gelmedi. Belki de kornerleri verimli kullanamadığımızdan karşı takımlar defansta topu kornere atmayı en kolay yol olarak seçtiler.

Her şekilde Karşıyaka’dan ayrılan futbolcularımız olacaktır. Hepsinin yolu açık olsun. İnşallah hiç biri bolca örneğini gördüğümüz gibi sonraki takımlarında Karşıyaka taraftarını karşılarına almazlar. Sonuçta futbolcular bu işi profesyonelce yapıyorlar, ama unutmamalıdırlar ki sonraki kariyerlerinde geldikleri her konuma Karşıyaka formasını giyerek çıktıkları maçlardaki performansları ile geleceklerdir. Karşıyaka taraftarı vefalıdır, renkleri için canını dişine takanları hiç bir zaman unutmaz.

Karşıyakaya gönül veren herkesin tam içinde sızlama yaratan Kasımpaşa maçı sonrasında artık önümüze bakıp neler yapabileceğimize odaklanmalıyız. Kendi kendine gelin güvey olarak yeniliklere ve çevremizdeki değişimlere gözlerimizi kaparsak bu dünyada çok daha uzun süreli olmamız mümkün değil...

İki kez İstanbuldan yaptığımız Ankara seferlerinde bizi vasıtası ile götürüp getiren Mehmet Peköz’e, yolculuk sırasında muhabbeti kesmediğimiz Asaf Yalman ve Ersel Gümüş’e de ayrıca teşekkürlerimi iletirim. Keşke Bolu maçından dönerken konuştuğumuz seneye Süperligde yapacağımız deplasman seyahatleri hayalimiz gerçekleşmiş olsaydı, sıkılmıştık Bank Asya’dan...

Güngöremeyen...12.04.2009

Güngörende karşımızdaki tribünde zar zor seçilebilen bordo beyaz küçük bir pankart vardı. “Ölmek var, düşmek yok”..Güngören bu mantıkla çıkmıştı maça ama gerçek şu ki Güngören futbol olarak ölmüş, sanki zombilerle maça başlamıştık... Ama Karşıyaka bu zombilerden oluşmuş gibi top oynayan Güngören takımını maç sonunda tekrar hayata döndürdü. Bu aşamadan sonra düşerler mi, küme de kalırlar mı bilinmez ama bizim ilk altı şansımızı da artık zora soktuğumuz kesin.

Bu maçta yaklaşık 500 taraftarımız yine Süper Lig umuduyla döküldü Güngörene, yollara. 2003 yılının Şubat ayında yine buraya maça gelenler hatırlar buz gibi bir havada Güngörenle oynamıştık. Zar zor kazanmıştık, aynı bugün olduğu gibi İstanbulda bir derbi maçı vardı. O zamanki teknik direktörümüz Kemal Kılıç’a feveran edip kurtar bizi bu ligden diye sitem ediyorduk.

Maça gelince Karşıyaka oldukça baskılı başladı. Özellikle sağlı sollu devamlı kornerler kazandık. Ama kazanılan bütün kornerleri ya ön direğe ya da rakibin üzerine kullandık. Bu takım antramanlarda korner çalışması yapmıyor mu ? Değişik korner kullanma kombinasyonları ile bu dakikalarda gol atmamız aslında çok kolaydı. Karşımızda dediğim gibi bitik bir takım vardı. Yine de Ferhat ile Eser’in paslaşmalarından ilk golü bulup devreyi soyunma odasına 1-0 önde girmeyi başardık.

İkinci yarıya başlarken taraftarımız ve futbolcuların karşılıklı birbirlerine söz vermeleri işe yaramadı. Güngören istemeye istemeye kalemizin önüne gelmeye başladı. 59. dakikada kullandıkları frikik atışı yaklaşık 35 metredendi. Yine sanki amatör bir takımmış gibi ne barajı doğru dürüst kurabildik ne de Kerem doğru yer tuttu. Ölüyü diriltmeyi başardık !!

Maç iki tarafa dönebilecek bir hale geldi. Güngören canlandı pozisyonlar bile buldu. Neyseki Eser’in düşürülmesi ile kazandığımız penaltıyı Cihan attı kendimize geldik. Artık maçı alacağımıza inanmıştık ki, yine ceza sahası dışında kontrol altına alamadığımız top Kerem’in de katkıları ile kalemizde gol oldu...Maç öncesi tribünde en kariyerli futbolcumuz Kerem’den övgü ile söz ederken bu maçı kazanamamamızın baş kahramanı kendisi oldu.

Hele son dakikada kaçan bir golümüz var ki evlere şenlik. Sanki İngiliz sosyetesinde birbirine iltifatlarda bulunuyorlar. Ceza sahasında kimse topu kaleye vurmadı , hepsi birbirinin önüne pas vermeye çalışırken güzelim fırsatı harcadık. Halbuki maçın son dakikasında gelecek bu gol hem bizi havaya sokacak hem de maç çıkışı taraftar futbolcu iletişimini doruğa çıkaracaktı. Maç 2-2 bitince futbolcularda direk soyunma odasının yolunu tuttu.

Maç sonrası Güngören taraftarının Karşıyaka’ya karşı olumlu ve yapıcı tezahuratları klasik deplasmanda maç sonu gerilimi yaşamamızı engelledi. Güngören’den ligin bitmesine dört hafta kala hala play-offa kalıp kalamayacağımızı tartışarak ayrıldık. Bakalım bu işin sonu nereye varacak ?

Yedi Maçlık Umut...06.04.2009

Küçücük bir umudun peşinden gidip arka arkaya hayal kırıklığı yaşayacağımıza , hayal kırıklığını önceden yaşayıp büyük bir umudun peşinden istekli bir şekilde gitmek daha iyi olacaktır...

Diyarbakır maçında ikinci golü yiyince artık hedefimiz çok daha net şekilde ortaya çıktı. Maçı bir türlü kazanmış olsaydık ( aslında şansımız yardım etse olabilirdi de !! ) Diyarbakırla aramızdaki puan farkı ikiye inecekti ki , çok zor gerçekleşecek ilk iki umudumuzu hala sürdürecektik. Hele Güngören maçını da kazansak Manisa ile tam bir final maçına çıkacaktık. O aşamadan sonra yaşayacağımız hayal kırıklığı inanın şu ana göre çok daha fazla olacaktı ve bu durum play-off maçlarına çok olumsuz yansıyacaktı...

Şimdi elimizdeki tüm avantajları kullanma şansımız var. Nedir bunlar ?

1 - Direk ilk ikiden Süper Lige yükselme stresimiz artık bitti,
2 - Ne olursa olsun yedinci Rize ile aramızda 3 puan var,
3 - Yedinci Rize ile sekizinci Adana önümüzdeki hafta birbirleri ile oynayacak,
4 - Rize ve Adana dışında peşimizden gelebilecek başka takım yok,
5 - Son iki hafta ilk altı için yarışan rakiplerimizle ( Bolu ve Rize ) oynayacağız.
6 - Her düşüşün bir yükselişi olacaktır. Rüzgar mutlaka dönecektir.

Aslında dezavantajlarımız fikstüre bakınca çok daha fazla görünse de biz kafamızı bunlara fazla takmayalım.

Şu aşamadan sonra Karşıyaka’nın önünde yalnızca yedi maçtan oluşan bir lig var. Artık oynanmış 29 maçın hiç bir önemi yok. Hepimiz artık önümüze bakacağız ve Play-off tan Süper Lige çıkacak takımın Karşıyaka olması için elimizden geleni yapacağız.

Geriye saymaya başlayalım, elde var yedi...

İnşallah Reha Hoca ve futbolcularımız da bu hedefe kilitlenirler, yoksa haftaya 4.3.2.1 diye sayar tatile çıkarız aynı önceki Bank Asya sezonları gibi...

Yazık Bu Taraftara...21.03.2009

Karşıyaka Bank Asya’da sözde Süper Lig hedefi ile düşe kalka bugünlere geldi. Hem de İstanbul’da Kartal stadının açık tribününü tamamen dolduran sayıdaki vefakar taraftarıyla...

Karşıyakadan gelen yüzlerce arkadaşımız gibi ben de sabahın erken saatlerinde Kartal stadına doğru yola çıktım. Şu anda evime yeni döndüm ve maçla ilgili hiç bir yoruma bakmadan sıcağı sıcağına yazımı yazmaya başladım.

İnsan nereden başlayacağını bilemiyor...

Hiçbir iddası olmayan bir takıma verilen 3 puandan mı ?

İlkel futbol ile tesadüfü atılacak bir gol ile maçı kazanma çabasından mı ?

Hiç bir maçta oyunun mutlak hakiminin Karşıyaka olmamasından mı ?

Yanlış oyuncu değişikliklerinden mi ?

Futbolcuların güçlerinin bu maçı bile kaldıracak olmamasından mı ?

Devre arasında hiç bir oyuncu transferi yapılmamasından mı ?

Play-Off a kalsa bile bu futbol ile Süper Ligin hayal olduğundan mı ?

O Gece Bu Sene demek bize artık haram mı ?


Her Karşıyaka taraftarı kendi kendine daha nice sorular bulabilir. Ama şunu hem teknik heyet hem de futbolcular çok iyi bilmelidirler ki bu taraftar bunları haketmiyor.

Artık taktik olarak mı düzeleceğiz, futbolcular mı düzgün oynayacak bir karar verin. Topu topu 7 maç kaldı. Daha fazla yazmak istemiyorum.

Yazık artık bu renklerin peşinden herşeyini vermeye hazır bu taraftara...

Karman Çorman...03.02.2009

Televizyon kanallarında canlı maç yayınlarının artması , internetteki interaktif futbol siteleri, hepimizin eskiye oranla çok daha değişik ligleri takip etmemize sebep oldu. Hele bir de düzenli iddaa oynuyorsanız daha önce adını bile duymadığınız takımların kadrolarını kafanıza kazıyıp, takımların karakterlerini bile çözüyorsunuz.

Özellikle televizyon yayınları kulüplerin ayakta kalabilmesi için çok güçlü maddi destektir. Futbol endüstrisinin çökmemesi için bu yayınlar artarak ve şifrelenerek devam edecektir.

Yayınlar arttıkça insan seçici olmaya başlıyor. Şöyleki İspanya liginden o hafta sonu üç maç varsa çoğu kişinin ilk tercihi şu an çok formda olan Barselona maçı. Çünkü televizyondan futbol maçı izlemekte bir çeşit sinema filmi izlemek gibidir. Kim televizyonda iyi ve kaliteli bir film varken kötü filmi tercih eder ? Hiç kimse...

Yazımı bu konu ile açmamın sebebi dün televizyondan takip ettiğim Karşıyaka – Altay maçı.

Stadın atmosferinde olmadığımdandır bilmiyorum ama maçın futbol yönünden hiç zevk almadım. Yayıncı kuruluşta Bank Asya maçı diye çekimlerine özen göstermeyince, takım kadrosunda Karşıyaka teknik direktörü olarak Engin İpekoğlu yazınca iyice zıvanadan çıktım. Karşıyaka’nın maçı olmasına rağmen uyuklaya uyuklaya maçın sonunu getirdim.

Önceki yazılarımda da hep belirttim. Üç puan olsun bizim olsun ama Karşıyaka sahada üç puanı alabilecek çabayı göstermedi. Tesadüf atılabilecek bir golün arkasına sığınıp kısır ataklarla sonuç bekledik. Son 6 lig (toplam gol yemeyeli 594 dakika oldu) maçında hiç gol yemeyerek defans problemini çözdüğümüzü söyleyebiliriz. Ama gol yemeyeceğiz diye de sahaya çıkıp futbol oynanmaz. Yapılması gereken yediğinden fazla atmaya çalışmak. O zaman maçı kazanıyorsun.

Yazmak istemiyorum ama ikinci yarıda ilk üç maçta kaybettiğimiz dört puan bizi ilk iki mücadelesinden uzaklaştırdı. Puan farkı açıldıkça içeride oynayacağımız Kasımpaşa ve Manisa maçları çok daha fazla önem kazanıyor. Çünkü kaybedilecek iki puan avantajı tamamen rakibe kaptırmak demektir. Benim isyanımda biraz Altay maçında bu duruma, ayağımıza gelmiş avantajı bir puanı vermemek ve gol yememek için teptik. Halbuki cesaretli bir oyun bu maçı kesinlikle üç puanla bitirmemizi sağlayacaktı.

Haftasonu oynayacağımız Samsunspor maçı artık çok kritik hale geldi. Eğer Samsun’da puan kaybedersek muhtemelen Kasımpaşa Giresun’u yeneceği için puan farkı daha da açılacak ve Kasımpaşa İzmir’e tamamen bir puan için gelecek.

İlk yarı oynadığımız maçta sahada canlı olarak izlediğim Kasımpaşa aslında çok matah bir takım değil. Ya da devamlı televizyonda Avrupa’nın iyi takımlarını tercih ede ede onları baz almaya başladım ! Ama zayıf rakiplere karşı bile gol atmakta çok zorluk çekerken Kasımpaşa’ya karşı gol atamamak , maçı muhtemelen kaybetmemize neden olacaktır. Gerçi bu maçta bir puan alırsakta yavaş yavaş play-off hesapları yapmaya başlayacağız. Yani tek şans galibiyet.

Objektif bakıldığında maddi problemler ve ara transfer bile yapılamaması Karşıyaka’nın şu anki yerinin başarılı olduğunu gösteriyor. Unutmamak lazım ki Karşıyaka 1.Ligde Play-Off bile oynayamadı bu seneye kadar. Şu an ilk iki olamasa da Play-Off oynaması en kuvvetli takım.

Play-off bizim için yeterli değil, Denizli’de yaşadığımız faciaya bir daha dayanamayacak kalpler var aramızda. Bundan sonraki 14 maçta bence hepimiz dişimizi tırnağımıza takıp elimize gelen ilk iki şansını kovalayalım. Seneye elimizdeki bu şansı da bulamayabiliriz.

Kapı Açık...14.01.2009

En son 1995 yılında Süper Lige yükselen takımımız geldiği sezon lige veda ederek bizi 13 senedir hasretle bekletiyor.

Açıkçası bana o yılki şampiyonluk, Süper Ligde oynamak hiç bir zaman 86-87 sezonundaki zevki vermemişti. Şimdi mütevazi ve yaş ortalaması 23 olan bu genç takım tekrar tarih yazmaya hazırlanıyor...

Hepimiz sabırsızlıkla bekliyoruz..Hadi artık gelsin ikinci yarı , başlasın maçlar, bitsin kış , gelsin ılık günlerde atacağımız şampiyonluk turu...

Fırsatlar her zaman kimsenin ayağına kadar gelmez. Eminim ki ilk yarı sonunda kurmayların planladığı yerin üstünde bitirdi Karşıyaka bu ligi. Bu başarıda yönetimin , Reha Kapsal’ın, futbolcuların ve sağduyulu, sabırlı taraftarımızın emekleri çok fazla.

Bence bu senenin en önemli başarısı Karşıyaka’nın tek yürek olup, senelerdir başarılı olamadığı kritik ve öldürücü maçlarda yenilmeyerek ayakta kalabilmesi, öyle ya da böyle puanı sonuna kadar kovalayıp almasıdır.

Ligde üzerindeki Kasımpaşa ve Manisa’dan alınan deplasman puanları, hedefi Süper Lig olan bir takımın yapacağı en doğru işlerdi. Her zaman içerideki maçları muhakkak almalıyız derim. İlk yarı da bazı aksilikler , şanssızlıklar yaşandı. Allahtan bu durum ligdeki her takımın başına geldi de ara açılmadı.

Son 6 maçında gol yemeden tamamen hedef odaklı oynanan futbol herkesi tam tatmin etmese de ilk haftalardaki takıma yaptığımız eleştirileri unutmayalım. Hepimiz bu takımın yeni bir takım olduğunu biliyorduk ama sabredemiyorduk kötü futbola, hakikaten o zaman kötü oynuyorlardı. Ama artık sahadaki futboldan önemlisi sonuç almak, çünkü fırsat bu fırsat. İlk yarının son maçında Rizespor maçını hatırlayalım, yıl sonunda yalnızca bu maçın sonucu bizim işimize yarayacak ve hatırlanacak, futbolu değil.

Çevremizde bir çok pisliğin kol gezdiği, daleverelerin yaşandığı, ekonomik kriz ve seçimi alet edip kirletilen bu futbol arenasında hedefine odaklanmış ve maç maç düşünen tertemiz bir takımımız var.

İnanıyorum ki bu genç futbolcular Karşıyaka formasının ne demek olduğunu ve ne kadar ayrıcalıklı olduğunu hissedip terinin son damlasına kadar akıtıp layık olduğu yere getirecektir.

PlayStation’da futbol oynarken bazıları yarı yaşımda olan genç futbolcularımızı tek tek tanımlayıp onlarla devleri yeniyorum. Aklıma hep “2012’de Şampiyonlar Liginde” tezahüratı geliyor. En sevdiğim maçlarda Real Madrid maçları, hele bir de yenince zevkim katlanıyor...

Artık hareketli günler yaklaşıyor, Malatya ve Karabükle bir hafta içinde oynayacağız. İlk dört maçı kayıpsız geçmek demek bence ligin bitmesine dört hafta kala Manisa maçında bir galibiyet ile şampiyonluk turumuzu atmak demektir...

Özellikle bu sefer oynayacağımız üçüncü haftadaki Altay maçına çok dikkat, canlandırmayalım yine bu adamları.

Yönetimimiz, Reha Kapsal, futbolcularımız ve her zaman destekleyen vefakar taraftarımız ile bu sezonu 70 puan ile kapatmayı bekleyebiliriz. Bu puan bizi ilk iki içinde Süper Lige çıkarmaya yetecektir.

Hadi artık kapı sonuna kadar açık, hep birlikte bu sene Süper Lige, o gece bu sene...

Samimiyetsizlik ve Özgürce..23.11.2008

22 senedir İstanbuldayım. Bunun 8-9 senesi Kadıköyde , Fenerbahçe stadında atılan her gole yapılan tezahurat seslerinin evimden duyulması altında geçti. Bir müddette Beşiktaş çarşısının içinde oturdum. Anlayacağınız İstanbulda Anadolu’da İstanbul takımlarının maçlarını görebilmek için içleri geçen bir çok insanımızın imreneceği bölgelerdeydim. Şu aralar bu stadlardan nispeten daha uzaklardayım.

Geçen hafta Fenerbahçe – Ankaraspor maçına gittim. Stadyum eskiden Karşıyaka maçlarını izlediğim stadyumdan artık çok farklı. Tüm tribünlerin üstü kapalı, localar, kombine koltukları herşey değişti. Bilet fiyatları deseniz korkunç. En ucuz tribün bile 40 YTL den başlıyor. Artık o eski günlerdeki taşın üstüne oturduğumuz, rüzgarı ve yağmuru tamamen alan günler geride kalmış bu stadyumda.

Şimdi diyeceksiniz bunları niye anlatıyorsun , ne işimiz var bizim Fenerbahçe ile..

Konu samimiyetsizlik, Karşıyaka tribünlerindeki samimiyetin yanına bile yaklaşılmıyor. Herkes sığınmış başarılara, kupalara , kolaya kaçmışlar. Gol olunca sevinme bile farklı, tribünde sevineceğine telefona sarılıp nasıl attık diyen bir kitle. Açıkçası buna taraftar değil ancak seyirci denir. Seyircide takım kötü gittiğinde hemen sırtını çevirir. Satamazsın o geçen sene sattığın kombineleri.

Maç anında Karşıyakalı olduğum için gurur duydum , tüm Karşıyakalıların Karşıyakalılıktan gurur duyduğu gibi. Aslımın olduğu yerin bu kadar büyük bir kulübünün olması beni inanılmaz mutlu etti, diğerleri gibi samimiyetsiz taraftarlık yok. Dedim ki şimdi Diyarbakır maçını da yeneriz, iyice ligde havaya gireriz. Bir daha bu seyirci topluluğunun içinde olmamak temennisi ile evime geri döndüm. Lig TV den izlemek çok daha kolay ve temiz yol. Ertesi gün Bandırma yolunda olacakları tahmin etmemin imkanı yoktu.

Diyarbakır maçı öncesi önce Pazar günü küçük haber olarak sonra da detayları ile Özgür kardeşimizin pompalı tüfekle vurulma olayı gündeme bomba gibi düştü. Çoğu kişinin anlayamayacağı arma sevdası ile takımının Bandırmadaki basketbol maçını izlemeyi kafasına koymuştu. Türkiyede basketbol deplasmanına giden tek takımın destekçisiydi. 1987 de gelen çifte şampiyonluğu yalnızca büyüklerinden dinleyen, fotograflarını gören, haberlerini okuyan, kişiliği ile Karşıyakaya yakınlık hissedip sonrada taraftarı olarak doğru yolu bulmuş herkesin sevdiği bir arkadaşımızdı. Ne kadar zaman geçmiş ! Karşıyakanın basketbolda çifte şampiyonluğunun olduğu sene doğmuş bu genç arkadaşımız.

Onu çok erken kaybettik. Amerikan filmleri özentisi ile tüfeğini kullanan bir katil yüzünden. Öncelikle ateş düştüğü yeri yakıyor. Ailesinin acısını tahmin etmek imkansız. Bizde Karşıyaka ailesinin bir parçasını kaybettiğimiz için çok üzgünüz. Hiç bir şey artık geri getiremeyecek Özgür’ü.Geri getiremeyecek ama tarihte onu hiç bir zaman unutmayacak.

Deplasmana giden her takımın taraftarı bu olayı duyunca tepki verdi, üzüldü. Zaten cenaze töreninde verilen birlik ve beraberlik mesajı bunların kanıtıydı. Bir hayatın kaybı bu birlikteliğin ateşleyicisi oldu. Gönül isterdi ki bu tüm yakınlaşmaların kaynağı bir canın kaybı olmamalıydı.

Aslında seksenli yılları hatırlayanlar bilir Göztepe ile bazı maçlarımızı aynı gün aynı sahada beraber izlerdik. Rekabet her zaman vardı, her zaman olacak, ama beraber bir alanda bulunabilmeyi son yıllarda başaramıyorduk.

Şimdi bu fırsatı yakalamış, başta Göztepe olmak üzere bir çok problemler yaşadığımız takımların taraftarlarının cenaze töreninde ve maçlarımızda yanımızda olması ile olumlu bir havaya doğru gitmeye başladık. Ancak bu yakınlaşmaların devam edebilmesi için her takım taraftarının dikkatli olması ve kulübünün menfaatleri doğrultusunda hareket etmesi gerekir.

Herkesin bu tür dostluklara yaklaşımı aynı boyutta olmaz. Ekonomik, sosyal problemlerin çok fazla olduğu bir toplumda insanların enerjilerini boşaltmaları için en kolay unsur olan takım taraftarlığını algılamak , her taraftar için farklı olacaktır. O yüzden dolduruşa gelmeyip kulüp yönetimlerinin ve taraftar derneklerinin uyarılarını dikkate alarak hareket etmek gerekir. Küçük bir gerginlikle bir çuval inciri berbat edip tekrar hedef tahtası olmamak lazım.

Medeni bir ülkede deplasmana giden takımların gönül rahatlığı ve ÖZGÜRce seyahatlerini yapıp , takımlarını sonuna kadar desteklemesi gerekir. Yoksa rakip taraftarı stadlara güvenlik sebebi ile almayıp kolaya kaçmak çözüm değil. Özgürü kaybetmemiz her ne kadar spor ve fanatizm ile alakalı olmamasına rağmen deplasman seyahatlerini gündeme getirmesi adına çok önemli milattır. Bakalım otobüslerine pusu kurulan, devamlı taşlarla yoklanan, her türlü tacize uğrayan deplasman kafilelerini görmeme şansımız olabilecek mi ? Zaman herşeyi gösterecektir.

Bu arada en hazmedemediğim belediye takımlarından birini 4-1 yenen Karşıyakamız sonunda şeytanın bacağını kırıp gol atmaya başladı. Bank Asya liginde her takım saçma sapan puanlar kaybedebiliyor. İlk 13 haftada kaybedilen gereksiz puanlar insanın canını sıkıyor ama artık geriye bakmanın bir anlamı yok. Bu haftayı ilk 6 içinde tamamladık. Gereksiz kayıpları azaltabilirsek ilk iki sıra bile hayal değil…

Umuda Yolculuk...28.09.2008

Karşıyaka deplasman maçlarını seviyor. İzmir’de önceki maçlarda saç baş yolduran , iki pas yapamayan takım gitmiş, derli toplu, pas yapan , hücum düşünen bir takım vardı bugün Kasımpaşa stadında…
Maç öncesi Beyoğlunda gezerken bayram öncesinden mi , iftar saatinden mi anlamadım normale göre daha fazla kalabalık vardı. Neredeyse yürümek bile imkansızlaşmıştı. Halbuki Odakulenin altından geçip Beyoğluna 250 metre uzaklıktaki Kasımpaşa stadı civarına gelince sanki insanlar yok olmaya başladı. Bu kadar yoğun nüfusun olduğu bölgede oynanan Bank Asya 1.Lig maçına ilgi Karşıyakalı taraftarlarda olmasa yok denecek kadar azdı. İlk yarı Kasımpaşa yönetimi dışarıda kalan taraftarlarına kapıları açtıda birazcık seslerini duyurmaya başlayabildiler. İkinci yarı saha biraz daha dolu göründü.
Armalarında ay-yıldız taşıyan iki köklü kulübün mücadelesinde favori (iddaa ya gore) Kasımpaşa görünsede her Karşıyakalının içinde olan hislerle galibiyet görmeye gelmiştim. Kasımpaşa stadında deplasman takımının bulunduğu G bölgesi sahaya oldukça uzak. Pozisyonları ve takımı izlemek çok zor. O yüzden maçı Karşıyaka’nın atak yaptığı kaleye çok yakın bölgelerde, yedek kulübelerinin arkasında devamlı yer değiştirerek izledim.
Deplasman takım listesini gelişi güzel anlaşılmaz okumak, tezahürat olunca müziği sonuna kadar açmak, saygı duruşunda bağırıp küfür etmek bence deplasman takımını etkilemek için yapılacak en gereksiz şeyler, birileri Kasımpaşa’ya bu yaptıklarıyla karşı takımı etki altına alamayacaklarını anlatmalı.
Maç başladığında kendine güvenen , toplara gelişi güzel vurmayan pas yapmaya çalışan bir oyunla oynamaya başladık. Genelde orta saha mücadelesi şeklinde bir maç oldu biz golü attığımız 60. dakikaya kadar. Sağ kanadın işlediği gibi sol kanattanda ciddi ataklar yapabilsek ilk yarıyı galip kapatabilirdik. İlk yarının en sevindirici yanı rakibi baskı altına alıp, ceza sahamıza girmelerini engellememizdi. Sağ tarafta Rıdvan ve Timuçin devamlı ileriye top taşıdılar. Artık geriye ve yana verilen gereksiz paslar yerine rakip kaleyi düşünen ileri koşular yapmaya başladı takımımız. Eleştirilen Taha saha içinde fazla göze batmasa da rakibin ataklarını canla başla savuşturmayı başardı. İlk yarı Kerem’e doğru dürüst top gelmedi.
İkinci yarı tam golü bulan takımın bu maçı kazanacağını düşünürken Reha Kapsal Yunus’u çıkarıp Ferhatı oyuna aldı. Aslında gol yollarında en etkili futbolcuyu çıkarıp Ferhatı alması riskli gibi görünse de bence isabetli bir karardı. Yunus bu maçta çok etkili değildi. Özellikle çok yakından izlediğim için forvetteki anlaşmazlıkları çok net görebiliyordum. Bu anlaşmazlıklar ceza sahasında top kayıplarına ve son vuruşları yapamamamıza neden oldu. Takım maç yaptıkça forvetteki bu aksaklık muhakkak azalacaktır.
Gol anında sağ taraftan atağımızda aslında o kadar yavaş davrandık ki tüm Kasımpaşa taraftarları da tepki vererek sol taraftaki Ferhatı tutmaları için savunma oyuncularına bağırdılar. Ferhat aslında gol yapmaya çok müsait bir noktada değildi. Hemen hemen ceza sahası çizgisinin sol taraftaki köşesindeydi, içimden buradan vursa gol olma imkanı yok diye düşünüyordun ki , o kadar düzgün vurduki tam gözlerimin önünde top resmen iğne deliğinden geçip köşeden ağlara takıldı. Maç berabere olduktan sonra Ferhat yine aynı bölgeden hatta daha uygun bir yerden vuruş yaptı ama çok az farkla top dışarı çıktı, bu gol olsa muhtemelen üç puanla dönecektik Karşıyakaya.
Golü attıktan sonra aslında Kasımpaşa’nın bocalamasından yararlanıp farkı rahatlıkla ikiye çıkarabilirdik. Fırsatlarda yakaladık ama kimini beceriksizlik, kimini anlaşmazlıklar yüzünden atamadık. Galatasaraydan tanıdığımız Fatih Akyel defansta aslında üzerine daha fazla baskı yapılsa her topa buyur diyecek moddaydı.
Kasımpaşa beraberlik golünü karambolde buldu ama uzatmalarda buldukları net pozisyonu değerlendirseler resmen yazık olacaktı ve haketmedikleri bir galibiyet alacaklardı. Kasımpaşa’nın bence bu oyunla ilk altıya girmesi çok kolay görünmüyor. Ama iktidara yakın olan Kasımpaşa’nın önümüzdeki günlerde manevi destek alıpta yukarılara tırmanıp tırmanamayacağını hep beraber göreceğiz.
Hakem Kuddusi Müftüoğlu aslında iyi bir maç yönetti. İki pozisyonda kritik kararlar verdi. Birincisi Kıvançın yaptığı sert hareketten sonra gelip ciddi şekilde itip sahayı karıştıran Özgüre sarı kart göstermesi, ikincisi maç berabere giderken Zafer’in yere düşmesindeki pozisyonda penaltı vermeyip devam ettirmesiydi. Bu iki pozisyonda kırmızı kart gösterip , penaltı verebilirdi. Ama uygulamış olsaydı verdiği kararlar bence ağır kaçacaktı. Maçın hakkı beraberlikti diyorum ama bunu derken Karşıyakanın olumlu oyunundan çok, son dakikadaki Kasımpaşanın kaçırdığı golü düşünüyorum. O pozisyon gol olsaydı zaten başlık belliydi “Yazık oldu Karşıyakaya”..

Akbük Karabük..08.09.2008

Büyük umutlarla girdiğimiz sezonun açılış maçında Malatya deplasmanından alınan üç puan sonrasında Karabük maçı içeride oynayacağımız ilk maç olması açısından çok önemliydi. Bu maçı alırsak altı puana ulaşıp, haftaya oynayacağımız Altay maçına hem moralli hem de daha fazla taraftar desteğiyle girecektik.

Uzun zamandır Alsancak’ta maç izlemeyi özleyen bir kişi olarak iki saat öncesinden arabamı yakındaki bir otoparka parkedip stadın yolunu tuttum. Stadın önünde çok fazla kalabalık yoktu, acaba dedim boş tribünlerle mi karşılaşacağız ? Bu düşüncelerle kapalıya girdikten sonra güzel bir yer bulup bedava dağıtılan ofset baskılı Tribün gazetesini okumaya başladım. Biraz sonra bu gazete stadtaki çoğu kişinin yaptığı gibi minder görevini aldı...

Açık tribünde hafif hafif hareketlenmeler olmaya başlamıştı ama son yarım saate kadar dolmayan tribünler maçın başlamasına yakın sanki kapılar açılıp taraftar bedava içeri alınmış gibi hızla dolmaya başladı. Maç başladığında taraftarlar aynı süratle gelmeye devam ediyordu. İftarını açan sanki maça koşmuştu...

Taraftardaki bu olumlu sayısal artış ve maç başladığı anda istekli tazahüratlar güzel bir maç olacağının müjdesini veriyordu. Kapalıda herkes yeni futbolcuları tanımak için , bu futbolcu nereden geldi ?, hazırlık maçlarında nasıldı ? gibi soruları birbirlerine soruyordu.

Maçın teknik analizini mutlaka Reha Kapsal futbolcuları ile daha iyi yapacaktır ancak taraftar gözüyle gördüğüm olumlu ve olumsuz yönlerden bahsetmek istiyorum. Bu yazımı maçın hemen arkasından yazdığım için medyada çıkan hiç bir haberi ve yorumu da görmeden kendi hislerimi anlatmak istedim.

Öncelikle maçı galip bitirmek ve üç puanı almak en önemli olaydır. Tarih maçlardaki iyi oyunu yazmaz, yalnızca sonuçları yazar. Maçın sonlarına doğru atılan bir golle maçı kazanmak son derece sevindirici. Hatta bu galibiyet ikinci yarıda yapılan olumlu değişiklikler ile geliyorsa çok daha güzel. Kenar yönetimin maçı ne kadar doğru takip ettiğinin ve çözümler üretebildiğinin kanıtıdır. Üç puan üç puandır...

İlk 5 dakikada kaçırılan iki mutlak gol pozisyonundan yaralanabilsek belki attığımız golleri ve farkı konuşup bazı gerçekleri göremeyecektik. Maçın oldukça zorlanarak kazanılması açık açık eksiklerimizi ortaya çıkardı. Ben takımın zaman içinde gerçek potansiyelini dışarıya çıkaracağına inanıyorum. İstediği anda parlayıp karşısındaki takımı bir anda bozguna uğratabilecek bir kapasite var, futbolcular bunu yapabilecek yeteneğe sahipler. Ama aynı şekilde güçlü bir baskı karşısında çabuk dağılabilecek bir takım intibası da yarattı. Bu riski en aza indirebilmek için takımın kondisyonla beraber teknik olarakta ciddi çalışması gerekiyor. Özellikle uzun ve amaçsız paslarla oyun kurmak yerine daha topa basan ve pas yüzdesi yüksek bir takım olmak gerekiyor. Karabük gibi bir takımın baskılı oynadığı anlarda pasları ileriye doğru değil de geriye doğru kullanmak açıkçası kendi evinde şampiyonluğa oynayan bir takıma yakışmadı. Karabük özellikle defansta Karşıyakaya fizik olarak daha üstün gibi görünüyordu saha dışından bakıldığında.

Maç berabere giderken Karabük’ün 75. dakikada yakaladığı yüzde yüzlük pozisyonun gol olmaması tribünlerdeki tüm taraftarlara derin bir oh çektirdi. Tam bir kırılma noktasıydı. Belki bu vuruş gol olsa şu anda konuştuğumuz şeyler tamamı ile farklı olacaktı. Ne kornalar çalınarak Karşıyakaya dönülecekti ne de şampiyonluk umutları yeşerecekti. Daha geçen hafta kupadan elenen takımın kendi evinden ilk maçta yenilerek çıkması muhtemelen Altay maçının boş tribünlere oynanmasına neden olacaktı. İşte futbol böyle bir oyun.

Serbest vuruşlarda ne yazık ki takımımızda panik havası hakim. Zaten yenen golde bir serbest vuruştan geldi. Bu konuda saha içi yerleşimlere çok dikkat edilmeli, ilerideki maçlarda başımızı bu tür goller ağrıtabilir. Kerem’in de acilen eski formuna yaklaşması gerekiyor. Özellikle yan toplarda hatalarını en aza indirmesi gerekli. Topu oyuna sokarken daha verimli kombinasyonlar üzerinde çalışılmalı. Yoksa rakip defansa atılan toplar aynen geriye dönüyor.

Karabük bir puan almak için gelmişti. Orta hakemin en ufak müdahele sonrası kendisini yere atan futbolcuların tedavisini saha içinde yaptırtması maçın soğumasına ve zaman geçmesine neden oldu. Maçın soğuması beraberlik isteyen Karabük’e yarıyordu ki son dakika golü tüm beklentilerini ellerinden aldı. Hakemler sonuca etki edecek ciddi hatalar yapmasalar da bu soğutmalar maçın seyir zevkini de iyice azalttı. Devre sonu uzatmaları bu duraklamalara uygun değildi, çok kısa kesildi. İkinci golü atamasaydık bu konu da mutlaka eleştirilecekti, bitiş düdüğünde futbolcular taraftara değil muhtemelen hakemin üzerine koşacaklardı.

Maç sonrasında futbolcuların açık tribündeki taraftarların yanına gitmesi ve beraber tezahüratlarını dakikalarca devam ettirmeleri görülmeye değerdi. Futbolcuların bu kadar istekli ve şampiyonluğa inanmış olmaları yeni bir takımdan beklenmeyecek kadar üst düzeyde. Bunda maçtaki muhteşem taraftar ve desteğin etkisi çok büyük, hele son dakikalarda gelen gol tezahüratı daha da güçlendirdi. Açıkçası ben bu kadar uzun süre taraftar ile sevinen bir takım görmedim. Heralde bu şampiyonluk maçı olsaydı tek tek tüm taraftarla el sıkışacaklardı.

Daha ligin ilk iki haftası geçti ama olumlu pozisyonlar üretmeye, topu ileriye isabetli kullanmaya başlar, duran toplara da önlemler alırsak bu takım senelerdir özlemini çektiğimiz süper lig biletini alabilir. Taraftarların da yapması gereken aynı bu maçta olduğu gibi hatta daha fazlasıyla tribünleri her maçta doldurmak ve takım kötü oynasa da tezahürat desteğini takımın üzerinden çekmemek, umutsuzluğa kapılmamaktır. Her maçı çevirebilecek, süper lige çıkabilecek potansiyel güç bu takımda var, yeterki kimse çomak sokmasın...

Miras Değil Alınteri...13.08.2008

Yaz günleri hızla geçip futbol ve basketbol sezonuna yaklaştığımız bu günlerde hafif hafif köşe yazılarımız ile de sezona ısınmamız lazım. Yazın genelde çoğu kişi tatil moduna girse de , benim gibi yoğun çalışan ve tatile fazla rağbet edemeyenler için aslında yaz , kış hiç farketmiyor. Belki de havanın sıcaklığı, düzenli maçlarımızın olmaması yazıların da rehavete girmesine neden oluyor.

Haziran ayında hep beraber izlediğimiz Avrupa Kupası maçları, sonrasında şampiyonlar ligi ön elemeler, hazırlık maçları , olimpiyatlar derken bizim için yeni bir sezona ve heyecana yelken açmaya başlıyoruz. Bu sezon inşallah umutlarımızın olduğu , hedefe hem futbolda hem de basketbolda ulaşacağımız bir yıl izlemek istiyor Karşıyaka taraftarı. Hazırlık maçlarına ve transferlere bakarak şimdiden eleştirmek ve yorum yapmak için çok erken. Zaten sezon açıldıktan, ilk maçlar oynandıktan sonra bu konuları sık sık gündeme getireceğiz.

Arşivimdeki CD leri karıştırırken basketbolda çifte şampiyonluk kazandığımız efsane yılın ,şampiyonluk maçını bulunca dayanamayıp tekrar izledim. İzledikçe o çekimi kötü, amatör, TRT’nin verdiği zamanlardan kalan bu maçın aslında yalnızca şampiyonluk maçı değil tam bir başarı hikayesi olduğunu gördüm. İzlememiş olanların bir türlü temin edip izlemesini, izlemiş olanlarında tekrar tekrar izlemesini öneririm.

O günlerde futbolda yaşadığımız başarı bizim ayaklarımızı o kadar havalara yükseltmişti ki basketbolda yaşadığımız başarının belki de farkına tam varamamıştık. En azından ben kendi adıma bu yorumu yapıyorum, o zamana kadar daha çok futbol maçları beni cezbediyordu.. Senelerce şampiyonluğu kaçırmış, şanssızlıklar yakasını bırakmamış bir takımın en sonunda Süper Lige çıkması bizi inanılmaz mutlu etmişti. Artık Alsancaktan , Atatürk’ten eve mutsuz, yıkılmış dönüşler en azından o senelerde sona ermişti.

Şimdi yirmi bir yıl öncesindeki belki de Karşıyaka’nın oynadığı en önemli basketbol (hatta değeri itibarı ile tüm tarihindeki en önemli maç) maçına tekrar dönelim...Emektar Atatürk Spor Salonu maçtan saatler önce tamamen dolmuş, dışarıda kalanlar maçı kaçırmamak televizyondan izleyebilmek için evlerine geri dönmüş, tezahüratlar maç başlamadan saatler önce başlamıştı.

Maç öncesi röportajlarda iki tarafta iddaalıydı. Her iki tarafta daha önce birer maç kazanmış ve o zaman ki statüye göre üçüncü maçı kazanan şampiyon olacaktı. Bir tarafta şu an Karşıyaka taraftarının yakından tanıdığı daha gencecik, tecrübesiz o zamanın modası bıyıklı Halil Üner, diğer tarafta o yıllarda Karşıyaka’da ortaokul ya da lisede okuyanların spor malzemeleri almaya gittikleri Nadir Spor’da devamlı karşılaştıkları ve yakından tanıdıkları Nadir abileri...

Zaten o zamanlar yalnızca TRT var. Tüm Türkiye o gün bu maçı mecburen izliyor. Birde bizim gibi Karşıyakada oturan şanslı kesim Yunan televizyonu ERT’yi de izleyebiliyor. Mecburen hepimiz izlediğimiz Yunan basket maçlarından hem yunanca sayıları hem de kapanış zamanından adamların milli marşının melodisini ezbere biliyoruz. Yirmi senede ne acaip bir gelişme yaşamışız düşününce, şimdi HD yayın mı alsak , sayısız kanal arasından hangisini izlesek diye düşünüyor insan, kanalların hepsini takip etmeye imkan yok.

Maç başladıktan sonra karşılıklı basketler ile geçmeye başladı, genelde Karşıyaka hep önde götürdü çok fark açılmasada. Maça teknik gözle bakıldığında aslında basketbol oyunununda ne kadar gelişme gösterdiğini çok rahat anlayabiliyorsunuz. Daha üç sayılık atışlar yeni uygulanmaya başlamış, adam adama savunma kuvvetli değil, Amerikalılar şimdikiler gibi atletik değil, basketçilerin hem fizikleri hem de giydikleri formalar çok daha farklı ve televizyonda komik görünüyor.

Karşıyaka basket attıkça bayan çığlıkları bazen tezahüratları bile bastırıyor. O zaman üniversitedeki arkadaşlarım bana sorarlardı, ya sizin basketbol taraftarınızın yarısı kız, nasıl bir taraftar bu ? Taraftarımız modern görüntüsü ve sahadaki esprili yaklaşımları ile tüm Türkiye’nin ilgisini çekmişti.

Tüm maç boyunca beni en çok etkileyen şey maçı anlatan spikerin (hatırladığım kadarı ile oda Karşıyakalıdır) söylediği bir cümledir. “Karşıyaka Amerikalıları dışında tamamı ile altyapısından yetiştirdiği oyuncular ile mücadele ediyor”... Amerikalılarda topu topu iki kişi. Şimdi bu cümleyi düşünelim biraz...Şu an Karşıyaka ligin final maçını oynuyor ve kadrosunun hepsi altyapısından yetişmiş. Heralde bundan daha büyük bir beklentisi olamaz bir spor kulübünün. 19 yaşındaki Suat Olca takımın en kritik zamanlarında sayılar , üçlükler buluyor ve takımın yükünü sırtlıyor. Şimdi bu kadar genç bir oyuncunun bu kadar ciddi zaman alması ve takımın liderliğini yapabilmesi mümkün mü ?

Maç sonlara doğru şu anki hep eleştirdiğimiz federasyon başkanı eski GS’li basketbolcu Turgay Demirel’in hakemlerle oyunlarına, itirazlarına, çaresizliğine sahne oluyor. Açıkçası gencecik bir takım ve muhteşem taraftarına ezile ezile yenilmek ve şampiyonluğu kaybetmenin acısı hala kendisinde devam ediyor gibi günümüzde...

Bu sezon hocamız Ayhan Kalyoncu’nun gençlere önem verdiğini röportajlarından okuyoruz. Artık savaşan ve ismini basketbola altın harflerle yazdıracak, sorumluluk alabilecek gençlerin daha fazla vakit alıp, çok da iyi işler yapmasını temenni ediyoruz.

21 sene önceki başarının yarattığı mirası artık tüketmek yerine , Karşıyaka’nın basketbolda bir ekol olduğunu herkese anlatacak, yeni yeni miraslar yaratmak için gençlere güvenmek gerekiyor. Sporun endüstri olduğu günümüzde ayakta kalabilmek, rekabete girebilmek çok zor görünse de , başarıya aç gençler başarının ve maddiyatın kilitleri gibi görünüyor. Bu strateji günü kurtarma felsefesinin de sonunu getirecektir. Sonuçta gençlerle maçın sonuna kadar savaşan bir takım beklenildiği gibi basketbolu herkesten daha iyi bilen Karşıyaka taraftarının da gönlünde taht kuracaktır...

Lost Season 5 (*) ..21.05.2008

Karşıyaka Spor Kulübü için ne yazık ki yine kayıp bir sezonu daha noktaladık. Sezon içinde hem futbolda hem de basketbolda kimi zaman güzel hayaller kurduk, ümitlendik, heveslendik. Sonuçta geçen sene yazdığım bir köşe yazısındaki (Bkz. Akşama Babacığım Unutma Ülker Getir) belirlediğim normal sonuç kıstasları içinde ligleri bitirdik. Beklentimdeki normal sonuçlar futbolda 6 ile 10 unculuk arası bir yer ve basketbolda Play-Off oynamaktı. Geçen seneden tek farkımız basketbolda play-off oynama başarısını göstermemizdi. Futbol takımımızda artık Bank Asya Birinci Liginin değişmez orta sıra takımı oldu.

Ne Karşıyaka ne de taraftarı normal sonuçlarla yetinmez, yetinemez..Biten sezonun sonunda belirlenen hedeflere ulaşamadıysak, başarı gelmedi ise o sezon şimdiki olduğu gibi kayıp sezondur. Kayıp sezonlar arttıkça Karşıyaka yavaş yavaş kan kaybetmeye, mekanı diğerlerine bırakmaya devam edecektir.

Beklenen başarıların gelmemesinde eski yıllarda hemen yönetim, teknik ekip ve sporcular suçlanırdı. Hakemler bile gündeme bugünkü kadar gelmez, hep problemi kendi camiasında, kendi içinde arardı hedeflerine ulaşamayan tüm kulüpler. Taraftarlar kulüp binasını basar, futbolcuları tartaklar, yöneticileri istifaya davet ederdi.

Günümüzde bu dörtlünün yanına bir çok siyasi ve maddi çıkarlar peşinde olanlar da katıldı. Artık takım oyunları yalnızca sahada oynanan iyi oyunla kazanılamıyor, masada da çok iyi oynamanız lazım. Ne yazık ki Karşıyaka potansiyelinin gücünü saha dışına taşıyamıyor, taşımadıkça da senelerdir istenen başarı gelmiyor.

Futbol Türkiye’de popüler, popüler olan bir olayı da siyaset amaçlı kullanmak çok karlı bir iş. Siyasilerin özellikle seyirci potansiyeli olan takımlara verdiği umutlar, sözler tuttuğunda neredeyse seçilmeleri de kazanması kesinleşiyor. Önümüzde Mart ayında yapılacak yerel seçimlerin sonuçlarında kimbilir hangi takımların bu sezon ki başarıları etken olacak ? Hep birlikte göreceğiz. Parti içindeki popülerlik bile takımların genel durumunu sanki etkiliyor. Eskişehir diyorum, Manisa diyorum başka da bir şey demiyorum.

Hangi konuya el atsak dipsiz bir kuyu gibi. Daha önce bahsetmeye fırsat bulamamıştım ama özellikle Belediye takımlarının liglerde olması beni çok rahatsız ediyor. Belediye denen müessese bulunduğu il,ilçe herneyse oranın altyapısını kurar, yaşayan insanlarına hizmet sunar. İşleri bomboş tribünlere oynayan lig takımları yaratmak değildir.
Şu anki Süper Ligdeki takımlara bakın. Ankara, İstanbul Büyük Şehir Belediye Sporlar..Bizim ligde de Gaziantep. Bırakın bu işleri siz gidin esas işinizi yapın, gerçek spor kulüpleri sahada oynasınlar. Gerçek kulüplerin yerlerini de bu sanal takımlarla işgal etmeyin. Gerçek kulüplere yardımlarınızı yapın, ama işlerine gelmiyor tabi ki.

Diğer bir konu Oftaş tarzı. Her Süper Lig takımı ikinci takımını kurup profesyonel liglerde oynatmaya kalkarsa ne olur bu liglerin hali? Bu tür kurulan takımlar ana takıma destek olmak içindir, üst kümelere taşıyıp , palazlandırıp satmak için değil.

Basketbolda Karşıyaka’da oynanan son Efes maçının TBL internet sitesinde canlı verilmemesini anlamak mümkün değil. Bu sayfada bayan basketbol maçları, hatta en kıytırık maçların bile canlı yayını yapılıyordu. Zaten televizyon yayını yok, sanki alelade bir maç. Play-off maçı bu Play-off. Masa başında güçlü bir Karşıyaka , takımı bu hale getirirmiydi ? Halbuki İstanbuldaki ilk maçı seyrettim, Efes elenmeyecek bir takım değildi. Tamam oyuncu eksiklerimiz, şanssızlık vardı ama yine de bu turu geçebilirdik.

Geçen günlerde Karşıyaka’ya asılan Süper Lig şampiyonu takımın bayrakları gündemimizdeydi. Bizim mekanımızda bizim taraftarımıza yapılan saygısız davranışlar ve buna benzer olaylar. Açık konuşmak gerekirse özellikle futbolda bu rutin gidişi durdurmadığımız müddetçe bu tür olaylarda artışlara hazırlıklı olalım. 5-10 sene sonra Karşıyaka’da Karşıyaka bayrağı asıldığında indirmeye bile kalkar bu tekel zihniyeti.

Sivas’ın bu sene gösterdiği başarı bir il takımının başarısı gibi görünse de, stadyum eminim ki son Galatasaray maçında zoraki oturduğu şehrin takımını destekleyen üç İstanbul takımı taraftarları ile doluydu. Hazır fırsatımız varken Karşıyaka taraftarının yalnızca Karşıyaka takımını tutmasının avantajını kaybetmeden sportif başarılarla bunu canlandırmalıyız. Yoksa olurda ileride bir gün Süper Ligde şampiyonluğa oynarsak, başka takımları tutan yalnızca maçı izlemeye gelen bir topluluğa oynarız...

Daldan dala atlayan bir yazı oldu ama satır aralarında sanırım vermek istediğim mesajları almak isteyen almıştır. Hazır ligler tatile girmişken bu konulardan da bahsetmeye fırsatımız olur. İnşallah başarılı bir Genel Kurul yapıp, önümüzdeki sezon bir yerlerden durumu toparlamaya başlarız. Karşıyakalı artık kalıcı başarılar istiyor...

(*) Kayıp Sezon 5 (Geçen sezon Bank Asya 1.ligindeki beşinci senemizdi, Süper Lig görmeyeli tam 12 sene oldu.)

O Gece Kesin Bu sene..01.03.2008

Şu an kafsinkaf.org varsa , ben de burada yazabiliyorsam emin olun ki bunun gerçekleşmesinde tarihimizin temel taşlarından 86-87 sezonunun yeri apayrıdır.

1995 yılında futbolda tekrar Süper Lige çıkma başarısını göstersekte, 86-87 ruhu hiç bir zaman unutulmaz, Karşıyakalı olan insanların gurur kaynağıdır.

Üzerinden 20 yıldan fazla geçen o günlere tekrar geri dönelim. Bu yazıyı okuyan arkadaşların bir kısmı evet diyecek , biz de yaşadık o günleri... Bazıları ise o zaman çok küçük olduklarından hayal meyal hatırlamaya çalışacaklar, daha gençler ise yalnızca hayal edecekler. Karşıyakanın 60’lı yıllarındaki başarılarını yaşamışlar ise tatlı bir tebessümle hatırlayacaklar o muhteşem sezonu.

Cep telefonunun , digital fotograf makinesinin, Cd’nin, DVD’nin , internetin olmadığı , daha yeni piyasaya çıkmış ev tipi bilgisayarlarda “Cin Ali” tarzı oyunlar için maç biletinin çok daha fazlasını oyun evlerine akıttığımız günlerdi. Sahilde, çarşıda gezen herkes sanki birbirini tanırdı, Mavişehir de yalnızca bataklık alanı vardı, oraya kadar yürür, şanslıysak flamingo görür, martı taşlar, avarelik yapardık.

1981 yılında seyirci rekorlarını kırdığımız maçtan sonra geçen 6 senede Karşıyaka maçlarının yolunu tutanların artık sabrı kalmamıştı. Bu sürede hep beraber bazı kırılma noktaları yaşamıştık. Kupada finali kaçırdığımız Trabzonspor maçı, lige havlu attığımız Atatürk stadındaki Samsun maçı ve Eskişehir deplasmanında yenilen tartışmalı golle kaçan şampiyonluk...86-87 sezonunda artık bu kötü günler geçmiş hedefimize sonunda ulaşmıştık. Vapur dönmüştü...

Adana ile oynayacağımız, şampiyonluk turu atacağımız maç öncesi aslında şampiyonluğumuzu kesinleştirmiştik. Sabah maça gidecekler erkenden kalkmış, toplu halde iskeleye doğru yürüyüşe geçmişlerdi. Yeşil-kırmızı renk tüm çarşı girişini kaplamış, değişik şapkalı, formalı insanlar halay çekip , arka arkaya tezahüratlar yapıyordu. Resmi bir geçide dönmüştü ogün sahil yolu.

İskelede buluştuktan sonra hepimiz atladık dolmuşlara, otobüslere.. Maça gitmeden önce İzmir turu, bağırma , çağırma, tezahürat her şey vardı. Sonunda erkenden Alsancak stadının tıktık tıklım tribünlerinde en güzel yeri kapmaya çalıştık. O gün ödünç aldığım Zenit marka gavur ölüsü gibi ağır fotograf makinemi de getirmiştim. Şimdi ki gibi değil ki, kimse fotograf makinesi de getirmezdi maçlara. Nispeten daha küçük makinelerde vardı ama hem çekimi kötü hem de böyle bir günde kimsenin aklına gelmezdi.

Maçın başlamasını beklerken muhabbet, tezahurat her şey vardı. Stad civarında uçan, arkasında Şampiyon Karşıyaka pankartı taşıyan uçak her geçtiğinde keyfimiz daha da artardı. Balkona asılan devasa pankartta yedinci sezonda ulaşılan şampiyonluğa inat “Şampiyon olmasanda, kupalar almasanda, bizi her yıl ağlatsanda yine de en büyük sensin” yazıyordu.

Sonunda maç başladı, hep yaşanır ya şampiyonluğu garantilemiş takıma bir rehavet çöker. Karşıyaka çok tutuktu. Neyseki maçı 1-1 berabere bitirmiştikte şampiyonluk turunu yenilmeden atabildi takım. Bölge binası üzerine asılmış dev Karşıyaka amblemi, Gode Cengiz’e hazırlanmış “Sözümüzü tuttuk, rahat uyu” pankartı tarafından takım o meşhur şampiyonluk turuna başladı. Hepsi kol kola, omuz omuza, el ele...Onlarca foto muhabiri de peşlerinde...Kapalı tribünün önünden geçerlerken ortalık sanki yıkılıyordu, sonunda bu kadro beklediğimiz şampiyonluğa sonunda ulaşmıştı.

Four-four-two dergisi Mart 2008 sayısında o yıllarda en sevdiğimiz oyuncularımızdan olan Juriçeviç’i kısada olsa hatırlamış. Türkiye’ye gelen unutulmaz kaleciler arasına almış ve Karşıyaka taraftarı için çok değerli bir kaleci olduğunun üstünde durmuş. 21 sene sonra bu kadroyu toparlayıp bir gece düzenleyen arkadaşlarımız yoğun bir şekilde çalışıp onu bulup, gelmeye ikna etmişler. Kolay değil köprünün altından çok sular aktı, kendi memleketinde savaşlar yaşadı, zulümler atlattı, hem de gerçek yaşam mücadelesinin içine girdi muhtemelen... O seneki kadroda olmasada şampiyonluktan sonra transfer edilen Martaç’ta yemeğe gelme planlarında. Çok iyi hatırlarım Karşıyakada mahalle arasında maç yapan çocuklar o günlerde kaleye geçerse Juriçeviç, gol atarsa da Martaç’ım ben diye sevinirdi. Şimdi bir bakın mahalle arasında oynayan hangi çocuk Karşıyakadan bir futbolcunun ismi ile kendini özdeşleştiriyor ?

Şampiyon olan 21 sene önceki bu takım gelmiş geçmiş en iyi kadromuzdur bence. Sonraki yıllarda 1.ligde başarılı olan takımın belkemiği de bu kadrodur zaten. Bana o yıllarda İstanbulda devamlı yeşil kırmızı atkımı takmamı sağlayan, yurt odasını yeşil kırmızıya boyatan, Rıza’nın Yeni Afyon’a attığı muhteşem yarım vole gol posterleri ile süsleten , boynuma KSK harflerini gümüşten yaptırıp taşıtan hep o kadrodur...

Şimdi bu efsane kadro buluşuyor tekrar Karşıyaka’da..

Öncelikle organizasyonu düşünen, yapan, en ufakta olsa görev alan tüm Karşıyakalılara teşekkür etmek hem benim hem de her Karşıyakalının borcudur. Karşıyakadan veya başka şehirlerden, yurtdışından, okyanusları aşıp gelecek olan herkese de ayrıca teşekkürler. Bu sefer teknoloji geceyi herkesle paylaşmayı çok kolaylaştırıyor. Muhakkak kendinize ileri de anlatacağınız anıları fotograflayın , kameraya çekin...Benim gibi o şanslı 350 kişiden biri olamayanlara aktarmak için.

21 yıl sonra yaşanacak bu muhteşem gece, tüm futbol camiasına Karşıyaka taraftarının en büyük taraftar olduğunu tekrar hatırlatmasının yanında , ayrıca en fedakar taraftar olduğunu da altın harflerle kazıyacaktır...

Bundan sonraki beklentimiz yine bu yıl olacak ve çok daha fazla Karşıyakalının katılacağı Şampiyonluk gecesi...

Güç Aslında Bizde...06.02.2007

Uzun süredir yazmıyordum. En son yazımdan bu yana Karşıyaka İstanbul’da iki tane basketbol maçı oynadı. Alpella maçını kazandı, diğerini ise lig sonuncusuna kaybetti. İstanbul’daki maçların hepsini genellikle takip etmeme rağmen bu son iki maçta bazı şanssızlıklar yüzünden salonun yolunu tutamadım.

Darüşşafaka maçı öncesi içimden derin bir oh çektim, son zamanlarda gittiğim maçlarda hep kaybediyorduk, maça gitmiyorum ya mutlaka kazanırlar diye düşündüm.

Bir yandan da üzüldüm, maç sonrası ne güzel sevinç gösterisi olur, coşku olur, Karşıyakalılar bu sefer evlerine Maslak’tan geri dönerken mutlu dönerler diye düşündüm.

Ama maçın sonunda ligdeki duruma bakarsak sürpriz bir şekilde yenildik, ardından eleştiri bombardımanı başladı. Aslında oldukça iyi giden bir takımın bu maçı kazanması gerekirdi, Gary Neal’in gidişi ve bu maçın sonucu inşallah bir kırılma noktası olmazda tekrar toparlanma sürecine geçeriz.

Sürpriz yenilgi ve Gary’nin gitmesi Ankara’da bu hafta sonu yapacağımız kupa maçları öncesi moralleri bozdu. Ama dürüst konuşmak lazım, sanki bunlar olmasa kupada şampiyon mu olacaktık ? Bu sezon lig maçlarında Ülker FB, Telekom kendi sahalarında, Efes’te Karşıyakayı Arena’da yendi. Ülker FB maçında ne yaparsak yapalım o maçı kazanacak ne kadromuz ne de gücümüz vardı. Bu maçlardan bir tek Efes maçını seyircimiz sayesinde kazanma şansını yakaladık ama değerlendiremedik. Şimdi bu üç takımın olduğu finallerde şampiyonluğu düşünmek hayalcilik olmaz mı ? Tek şans iki maçtada yendiğimiz Beşiktaş ile finali oynamak sanırım. İnşallah takımımız finallerde şampiyon olurlar da bu yazdıklarımı bana yedirirler. Peki o zaman Gary Neal gitti, takım bitti, ahenk bozuldu diyenler ne diyecekler, iyi ki gitmiş mi diyecekler ?

Neyse, bu girişten sonra yazımda asıl gelmek istediğim şeyleri yazmaya başlıyorum. Gary Neal’in Barselona’ya transferinden sonra yönetime karşı eleştiriler çok fazlalaştı. Bunlar taraftar tarafından bakıldığında haklı eleştirilerdir. Senelerdir Karşıyaka dışında yaşayıp , takımın içeri de ve dışarıda başarısızlıklarını bolca yaşamış bir kişi olmam , ve artık yaşında hafif hafif ilerlemesi bu tür anlık tepkileri yapmadan önce daha sağlıklı düşünmemizin gerektiğini bana iyice öğretti.

Açıkçası kulüp yöneticiliği Türkiye de hatta tüm dünyada son derece fedakarlık gösterilmesi gereken bir iştir. Kulüp yöneticileri kendi işlerini takip etmek zorunda olduğu gibi mesailerinin çoğunu kulübe harcamak zorundadırlar. Fadakarlık gerektirdiği gibi en nankör işlerden de biridir. Bırakın başarısızlığı , yönetime göre yapılan karlı bir tranfer bile ciddi eleştirilerin kaynağı olur hemen. Gary Neal transferi taraftara göre çok yanlış zamanda yapıldı ama kulübün o anki mali tablosunun da ne olduğunu biraz düşünmemiz gerekli. Belki de bu transferi yapmasalar bir ay sonra takımı sahaya çıkaracak gücü bile bulamayacaklar.

Şimdi bırakın Karşıyakalı taraftar kimliğinizi ve takımınıza Karşıyaka dışından bakmaya çalışın. Dışarıdan baktığınızda Karşıyaka üç İstanbul takımının finansal ve taraftar güçleri ile mukayese edildiğinde küçük bir nokta olmayı aşamıyor. Daha kendi sınırlarında Karşıyaka ürünleri satan bir mağazayı bile sürdüremedik, elalem üç İstanbul takımını tutmaktan vazgeçmese bile memleketlerinin takımları için SMS kampanyaları ile milyarlar toplarken biz hala internet üzerindeki taraftar anketlerinde üç İstanbul takımının ardından dördüncü gelebilmek için uğraşıyoruz.

Taraftar tarafından bakıldığında idael kulüp yöneticisi hem yönettiği takımın gerçek bir taraftarı hem de çok iyi bir yönetici olmalıdır. Geçenlerde gazetede bir yazı okumuştum kısaca size de aktarayım. Fenerbahçe’nin İstanbul’un herhangi bir yerinde yapılan bir spor ve sosyal tesisinde adamın teki takım elbiseleri ile inşaatta bazı talimatlar veriyormuş. Toz toprak içinde üstelik Pazar günü bu inşaatta talimatlar yağdıran kişi başkan Aziz Yıldırımdan başkası değilmiş. Ne kadar eleştirsekte Fenerbahçe’nin rakiplerine göre daha ileride olduğunu ve bunun son bir kaç yıldır adım adım geliştiğini hiç kimse inkar edemez. Öyle ya da böyle yönetimi taraftarının da istediği şekilde çalışıyor.

Şimdi bize döndüğümüzde Karşıyaka’nın şartlarında kim yönetici olmak ve borçları alıp balıklama riske dalmak ister? Gerçek şu ki yönetici olduğunuzda hakiki Karşıyakalı olsanızda işlerin yoğunluğundan ve kaynak çaresizliğinden kulüp ruhunu unutup finansal gerçeklerle başbaşa kalıyorsunuz. Devam ettirmeniz gereken bir çark , ve bu çarkın kırılmış bir çok dişlisi var. Bazen çarkın dönmesi için küçük bir dişliyi feda edip büyük olanı sağlam tutmak gerekir.

Benim asıl eleştirdiğim nokta şudur , Karşıyaka Spor Kulübünü yönetmek (şu an çoğu spor kulübü aynı durumda) çok zor ancak bu göreve geliniyorsa da uzun vadeli mantıklı kaynak arayışlarına girişmek ve projeler geliştirmek zorundasınız. Yani kafayı kısa vadeli çözümlerden kaldırıp birazda gelir getirici projeler geliştirmek için zorlamak gerekiyor. Heralde senelerdir bizim kadar laf üretip icraata geçmeyen bir kulüp daha yoktur. Hani kredi kartlarından yapacağımız gelir ?, hani gelir getirecek benzin istasyonu ?, hani otoparklar ? hani alışveriş merkezleri ? hani plazalar ? Hani reklam veren firmalar ?..Yapıldı da bizim mi haberimiz yok, çok mu gizli ?

Eğer borçları kabul edip kulüp yöneticiliğine soyunuyorsanız muhakkak bunun riskini görüp kaynak arayışlarına geçerek uzun süreli düşünmeniz gerekir. Yoksa kısa günün karı diyerek aksiyonlar alındığında karşınıza mutlaka taraftarı alırsınız. Halbuki bu büyük taraftar yönlendirilerek ve kaynağın ana gücüne çevrilerek hem mutlu edilebilir hem de kulübü ayakta tutan bir numaralı güç olabilir. Önemli olan kontrolsüz gücü kontrol altına alıp en iyi şekilde kullanabilmektir. Tabi daha da önemlisi bu gücü kontrol edecek birilerini kendi içimizden çıkarabilmek...

Suhulet..15.12.2007

Suhulet kelimesinin Karşıyaka ile hiç bir bağlantısı yok. Hatta bende İstanbul’da üstgeçitler de, panolarda arabamla yol yaparken devamlı görmeme rağmen bu garip kelimeyi bir türlü aklıma yazamadım.

Kelimeyi tekrar hatırlayabilmek için İstanbul Deniz Otobüsleri internet sayfasına girdim. Suhulet Türk denizcilik tarihinin , hatta dünya tarihinin ilk efsanevi araba vapuruydu. İngiltere’de yapılmıştı ve Sirkeci-Harem arasında çalışıyordu. Tam 87 yıl binlerce aracı boğazda bir o tarafa bir bu tarafa taşıdı durdu.

Seneler sonra İstanbul Belediyesi Suhulet isimli yeni nesil bir araba vapuru yaptırdı. Bu vapur Sirkeci Harem arasını muhteşem bir hızla 8 dakikada geçecek. Tam 80 araç alıyor. Anlayacağınız düzenli çalıştığında , başka Suhulet’ler de eklenirse Boğaz trafiği oldukça rahatlayacak.

Biraz evvel sezonun ilk yarısındaki son maçımızı Kartal ile oynadık ve kaybettik. Şu an maç hakkında bildiklerim Kafsinkaf.org da anlatılan canlı yayındakilerle sınırlı. Ama tek gerçek var ki bu maçı kaybettik ve son iki hafta çekilen sıfır puanla yine altlara doğru pike yaptık. Geçen hafta içinde yaşanan Hosley krizi kulüp olarak yaşadığımız diğer bir konuydu. Bu krizin sonuçlarını da zamanla yaşayacağız. İnşallah bu krizden bir fırsat yaratırız çok ümidimiz olmasa da !

Suhulet yapıldı yapılmasına, hatta denize törenle indirildi. Bir çok devlet yetkilisi katıldı bu törene. Şöyle trafiği rahatlatacak , şöyle dört tanesi bir Boğaz köprüsü edecek gibi açıklamalarla halka anlatıldı. Sonra ne oldu biliyor musunuz ?

Suhulet seferlerine başlayamadı…Neden mi ? Çünkü Suhuletin yanaşabileceği bir liman yapılmamış. Yani Sirkeci-Harem için düşünülen bu araba vapuru hala sefere başlayamadı. Sirkeci’de bekleyen bu vapur bir kaç gün önce sessiz sedasız halkın tepki vermemesi için buradan çekildi, göz önünde olmaması istendi.

Peki göz önünden çekilip fazla kişinin görmesini istemedikleri Suhulet nereye gitti ? Cevabını vereyim Kartal iskelesine….

Akşama Babacığım Unutma Ülker Getir..20.11.2007

Haftalar ilerledikçe hem basketbol hem de futbol liglerinde taşlar yerlerine yavaş yavaş oturmaya başladı. Artık bu sezon liglerde hangi takımın neler yapabileceğini, hedeflerini, çok büyük sürprizler yaşanmadıkça hepimiz az çok tahmin edebiliyoruz.

İstanbul’da haftasonu oynadığımız Ülkerbahçe maçı ne yazık ki iki hafta önce oynadığımız Ülkersaray maçı kadar zevk vermedi maça gelen Karşıyakalılara. Bunun ana sebebi Karşıyaka taraftarının önceki maçta olduğu kadar fazla sayıda olmaması ve ilk periyodda yapılan savunma eksikliği (hataları) ile tam 32 sayının yenmesi ve yeteri kadar karşılık verememekti. İkinci periyoddan itibaren Tanjeviç elinden gelen tüm çabayı gösterdi Karşıyaka’nın tekrar Ülker’i yakalaması ve maçın heyecanlı olması için. Zaman zaman fırsatlar da yakaladık farkı kapatmak için, ancak tam fırsat yakaladık derken yenilen üçlükler ya da fantastik hareket denemeleri maçın kaybedilmesine neden oldu.

İstanbuldaki son iki maçımızın televizyondan da naklen yayınlanması maça gelemeyenlerin takımımızın son durumunu takip etmesine yardımcı oldu. Maçın sonuna doğru çıkan ufak tefek olaylar dışında genel olarak gergin bir maç değildi. O ufak tefek olaylarda zaten deplasmanda Karşıyaka maçının olmazsa olmazlarından sayılabilir. En kötü şey deplasman takımı olunca fazladan bir yarım saat daha salonda bekletilmek. Izdırap gibi geliyor.

Maçı Abdi İpekçi Spor Salonun’da izlerken bir kulağımızda İzmir’den gelen haberlerdeydi. Neyseki ligdeki en zayıf halkalardan biri olan Gaziantep BŞB’ni son dakikalarda gelen gol ile aştıkta yine ümitlerimizi ileriye taşıdık. Son dakikalarda gol yeme adetimiz bu maçla değişti sonunda. İçeride oynadığımız 4 maçlık seri bu maçla sona erdi. Hedef 12 puandı , maçlar öncesi ben 10 puanın çok iyi sonuç olduğunu düşünüyordum, ama toplam 7 puanla bu seriyi kapatabildik. Herşeye rağmen altıncı takımla aramızda yalnızca iki puan var ve averajımız daha iyi. Antalya ve Sakarya bu hafta yenişemeyince aynı puanlı lider ve ikinci ile aramızda fark sekiz puana indi.

Geçen sezon basketbolda play-off oynayamadığımızı ve futbolda da son sıralarda bitirdiğimizi aklımıza getirirsek bu sezon şu ana kadar çokta kötü durumda olmadığımızı düşünebiliriz. Ayrıca özellikle basketbolda kendimizden kat kat pahalı takımlarla baş etmeye çalışıyoruz. Buna rağmen Play-off maçlarına kadar zirveyi hep zorlayacak gibi görünüyoruz.

Sezon başında da bir yazımda futbolla ilgili sezon sonu tahminlerimi yazmıştım. Tahmin yazmayı sevmeye başladım. İşin garip tarafı İddia oyunu başladığından beri bir kupon bile yatırmışlığım yok. Bakarsınız tahminlerim istediğim gibi gider de bende oynamaya başlarım. Hatta belki onbinlerce İddia tahmincisinden biri olurum bir gazetede… Ama istikrarsız bir Karşıyaka hepimizi bazen yatırabiliyor, bazen de yüreğimizi ağzımıza getiriyor bu hafta olduğu gibi, ne de olsa hangi maç olursa olsun Karşıyaka bizim için hep tek favori…

Ben bir taraftar olarak bu seneki liglerde Karşıyaka Spor Kulübü ile ilgili başarı kriterlerini şu şekilde belirledim. Bakalım benim başarı kriterlerime siz de katılacak mısınız ? Olabildiğince duygusallıktan uzak objektif bakmaya çalıştım.

Muhteşem Başarılı : Futbolda ilk 2 içinde olup Süper Lige çıkmak, Basketbolda Şampiyonluk.
Çok Çok Başarılı : Futbolda ilk 6 içine girip Süper Lige çıkmak, Basketbolda final oynamak.
Başarılı : Futbolda ilk 6 içine girmek, Basketbolda yarı final oynamak.
Normal Sonuç : Futbolda 6 ile 10 unculuk arası bir yer , Basketbolda Play-off oynamak.
Başarısızlık : Futbolda 10’unculuktan aşağı da herhangi bir yer, Basketbolda Play-off oynamamak.
Berbat Durum : Bu konuda yorum yapmak bile istemiyorum. 5 senedir futbol takımı bu ligde, basketbolda Play-off oynamamaktan daha kötü bir ihtimal bu takımla olamaz zaten…

Ama bu başarı kriteleri kimseyi yanıltmamalı, yalnızca bu sezon için geçerli, gidişata göre tahminlerdir. Herşeyden önemlisi kulübe kalıcı gelir getiren projeleri canlandırmak, kalıcı bir altyapı kurmak, mükemmel bir stadın planının yapılması ve hayata geçirilmesi bence en önemli başarılarımız olacaktır. Yoksa kısa süreli takımsal başarılar ( burada şampiyonlukları kastetmiyorum ) mutlaka unutulacaktır. Karşıyaka Stadı projesinin daha bizim bile nasıl olacağı konusunda fikrimiz yokken başka kulüpler tarafından örnek teşkil ederek kendi internet sayfalarına düşmesi bile güzel. Ne de olsa ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Bir başlayabilsek kısa sürede bitecektir ama projeye başlamadıkça belki Kayseri’nin yeni stadı eskiyene kadar hep bu konu konuşulmaya devam edecek. Artık hep birlikte kafa kafaya verip yeni nesili nasıl Karşıyaka taraftarı yaparızı da ciddi şekilde konuşma ve tartışmanın vakti geldi. İlerideki yazılarımda bu konu üzerinde de sık sık yazmayı düşünüyorum.

İstanbulda ilk yedi haftada Ülker maçlarının üçünü noktaladık. Kolayı keyifle içtik ama kahve ve bisküvi boğazımıza dolandı. Geriye kalan çukulatayı da zamanı gelince mutlaka tatlı tatlı yeriz, Karşıyaka’da Ülker’in tüm ürünlerini kırıntı bile bırakmadan sillip süpüreceğimize kimsenin şüphesi olmasın…

Not : Bir klasik reklam spotu da benden bu hafta…Seneler önce radyoda ya da televizyonda başlıktaki tekerlemeyi dinlerken hiç birimizin aklına gelmezdi bir sezonda Ülker ile 8 maç yapacağımız.

Hain Çember..04.11.2007

Aslında herşey çok güzeldi maç sonundaki skor hariç. Karşıyaka İstanbul’a Galatasaray karşısına yenilgisiz bir şekilde gelmiş, beşte beş galibiyeti kafasına kazımış Karşıyaka’ya dönmeyi planlıyordu. Ama olmadı. Sonuçta kağıt üzerinde bir deplasman maçında yenilgi alındı, o kadar...Skora fazla takılmayıp olanlara bakalım...

Maç öncesindeki bir kaç gün Karşıyaka seyircisinin İstanbul’da Galatasaray maçına alınmaması gündeme geldi, taraftardan yönetime tepkiler, ağır eleştiriler hemen yağmaya başladı. Planlar yapıldı, bozuldu ama sonunda tüm engeller kalktı ve taraftarımızın maça geleceği kesinleşti. Uzun zamandır ardışık galibiyetler almayı unutmuş Karşıyakalıları beşinci üst üste galibiyet heyacanı sarmıştı. Kimi Karşıyakadan otobüslere atlayıp geldi, kimi uçakla , kimi İstanbul’un uzak noktalarından , kimi başka şehirlerden...

Ayhan Şahenk Salonunda görülmemiş bir çoşku yaratan Karşıyakalıları kabul edemeyen bazı Galatasaraylılar maç öncesi kantinde burası İstanbul ulan diyerek sandalyeler fırlatarak kıskançlıklarını dışa vurdular. Bu salonda tek giriş ve ayrılmamış kantin alanı olduğundan güvenlik problemi iki taraftarın olduğu her maçta yaşanıyor. Polis sayısının çokluğu ve polislerin alıştığımızdan daha anlayışlı olması çok fazla ciddi olay yaşanmamasına neden oldu. Ama asıl ciddi olayların yaşanmamasının nedeni tahriklere kapılmayıp sağ duyu sahibi davranan Karşıyaka taraftarınındı.

Maç başlamadan önce salonda son zamanların İstanbuldaki basket maçlarında en fazla sayısına ulaşan Karşıyakalıların çoşkusu çok güzeldi. Kulüp Başkanımızın da maça gelmesi bu coşkuyu daha da arttırdı. Taraftarımızın başlattığı İstiklal Marşı ve teröre lanet sloganlarına Galatasaraylılarda katıldı. Ne kadar farklı takımları tutsakta vatanın bölünmezliği konusunda herkes bir müddet için tek yürek davrandı.

Maç başlayınca tek yürek olmak falan hikaye hemen karşılıklı el kol hareketleri, küfürleşmeler ayyuka çıktı. Maça hızlı başlayan Galatasarayı ilk çeyreğin ikinci yarısında tamamen maçtan düşüren Karşıyakanın olumlu basketbolu ve kendinden emin hali Karşıyaka taraftarının coşkusunu da en üst düzeye çıkarmış, tezahurat ile bastıramadıkları sesimizi stadın hoparlörlerini sonuna kadar açıp engellemeye çalışıyorlardı. Galatasaray’ın maliyeti bize göre çok daha fazla olmasına rağmen aslında Karşıyaka çok daha iyi ve belki yüz maç yapsa doksan dokuzunda Galatasarayı yenebilecek güçte görünüyordu.

İkinci çeyrekte yine iyi başladık hatta bir ara farkı 7 sayıya kadar çıkarttık. Ama maçı kaybetmemizin ana sebeplerinden biri Galatasaray’ın bu farktan sonra 16 sayılık bir seri ile öne geçmesi oldu. Cüneyt’in üçlükleri, sert savunma ve Ahmet Kandemir’e verilen teknik faul bu seriye neden oldu. Özellikle Sean Marshall’ın çabaları ile farkı kapatmayı başardık ve devreye yalnızca 4 sayı geride 35-39 girdik.

Devre arası olunca tek kantin alanına ve ortak tuvalete iki takım taraftarlarının beraber girmesi tansiyonu yine arttırdı, itiş kakışlar oldu ve bu gerginlik ikinci yarının daha küfürlü ve gergin geçmesine sebep oldu. Hatta karşı tribünden atılan 1.5 litrelik iki dolu pet şişe mola anında takımımızın hemen yanına düştü.

Üçüncü çeyrekte bir ara fark 16 sayıya kadar çıktı. Aslında maçı kaybetmemizin bence en önemli diğer sebebi serbest atışlarda inanılmaz düşük yüzde ile oynamamız. Resmen kritik tüm serbest atışları kaçırdık. Ayrıca potaya atılan şutlarda da çok fazla şanssızlıklar yaşadık. En basit atışlar, ardı ardına atılan turnikeler bile kaçtı. Buna rağmen 6 sayı geride maça ortak bir şekilde son çeyreğe girmeyi başardı Karşıyaka.

Maçı seyrederken o kadar takıma güveniyordum ki , nasıl olsa farkı kolaylıkla kapar ve öne geçeriz diye düşünüyordum. 1 sayıya kadar farkı düşürmemize rağmen bir türlü öne geçemedik. Pota kritik şutları almamaya yemin etmişti sanki. Serbest atışlarda da kötü gidiş sürünce maçı kaybettik. Yalnızca 4 sayı , düşündükçe çok anlamsız geliyor bu maçı kaybetmemiz.

Kaybettik kaybetmesine ama salona gelen tüm taraftarlar bence son derece zevkli ve Karşıyaka yakışır bir takım izlediler. Özellikle dikkat ettim kötü atışları ve hataları sonrası Gary Neal’in kendi kendini parçalaması takımda ne kadar motivasyon olduğunun kanıtı gibiydi. Unutmamak lazım son senelerde Play-off bile oynayamıyorduk. Bu takımla Play-off serisine kalmamak diye bir durum düşünemiyorum. Kesinlikle bu takım Play-off oynayacaktır ve başarılı olacaktır.

Benim üzüldüğüm ana nokta şu. Yaklaşık 25 senedir mümkün oldukça Karşıyaka maçlarına giderim. Taraftarın havaya girdiği ve ilgi gösterdiği maçların çoğunda ( hatta %99’un da) hep o maçı kaybederiz. Bu bir sonraki maça olumsuz yansır ve seyirci sayısını düşürür. Futbolda da , basketbolda da bu durumu hep yaşıyoruz.

Karşıyaka taraftarının yenilgilere sabrı bence tez konusu olacak kadar önemlidir. Tekrar tekrar aynı yolları çekmek, Karşıyakadan türlü zorluklarla kendi içinde bile deplasman olan İstanbul’a hiç üşenmeden tüm yenilgilere rağmen gelmek , İstanbul’da yaşayan Karşıyakalılarında ceplerindeki son paraları yol ve bilet için ayırması anlatılamaz bir sevginin kanıtıdır. Hiçbir kendini büyük takım diye lanse eden takım taraftarının anlayamayacağı bir duygudur bu. Çok iyi hatırlarım Fenerbahçe bizim gerimizde kaldığı 1987 sezonunda Fenerbahçe stadında 2000 kişiyi zor topluyordu. Yani başarı olmayınca onlarda bizdeki gibi sabır hiç bir zaman olmaz.

Bu ay 95. yılını kutladığımız Karşıyaka Spor Kulübü’nün bu vefakar taraftarına tekrar sevinecek başarılar verme zamanı artık gelmiştir. Görünen o ki bu maçta yenilse de , basketbol takımımız bu sevinci yaşatabilecek en potansiyel takımımızdır. Maçın sonunda takımı yanına çağırıp “yenilsekte yensekte taraftarın sende” diyerek basketbolcular ile Kaf Kaf çeken bu büyük taraftar bence artık üzüntülerin yanında sevinci de hakediyor...

Havadan Sudan - İki..19.10.2007

Arkadaşlar farkındamısınız çok uzun zamandır iki büyük branştan birinde ligin zirvesinde olmamıştık. Belki ligde daha iki maç oynandı ama sonuçta Karşıyaka basketbol liginin zirvesinde. Bu hepimizin senelerdir özlediğimiz bir tablo.

Senelerdir İstanbul’da Beşiktaşla oynadığımız gergin basketbol maçlarında yüzümüzü güldüremeyen basketbol takımımız bu sefer şeytanın bacağını kırdı ve hepimizi sevince boğdu. Zamansız gün ve saatte oynanması yüzünden bu zevki çok az arkadaşımız tadabildi. Darısı önümüzdeki maçlara , inşallah zirveden aşağılara inmeden bu durumu devam ettiririz.

Futbolda Birinci Ligde (Lig A) beşinci senemizi oynuyoruz. Geriye dönüp baktığımızda, havaya girip Süper Lige çıkma umudu yaşadığımız haftalar olduğu gibi düşmeme korkusu yaşadığımız günlerde sıkça geçirdik. Ne yazık ki bu sene çok erkenden istikrarsız günler yaşamaya başladık. Hiç sıkılmadan her yazımda aynı şeyi yazıyorum ama içerideki maçlarımız her zaman en kritik maçlarımızdır. Burada kaybedilen her puan zirve yarışından kopmamıza neden oluyor ve olacaktır. Diyarbakır ve Kocaeli maçlarını almış olsak şimdi ilk beşin içinde olacaktık. Şu an ise 12.yiz.

Alsancak stadına tekrar dönüyor olmamız sevindirici. Zemin bahane ediliyor ama sanki karşı takım başka bir sahada mı oynuyor ? Görende çok üst düzey futbol oynuyoruz zanneder. Zaten Atatürk Stadında oynaya oynaya sonunda Alsancak stadını amatörler kaptıracaktık az kalsın ! Ne yapalım hala Karşıyaka’da stadımızın olmamasının ceremesini Alsancak Stadını kendi stadımız gibi düşünerek avunacağız. 100. yıl geçecek belki biz hala Karşıyaka’ya stad yapalım, kalıcı gelir elde edelim, tüh Real Madrid’le final oynayamadık! diye yazılar yazarak, ya da konuşup duracağız. 100. yılda şu andan daha kötü bir durumda olmayalım da! Yanıbaşımızda beterin beteri var !

Son günlerde KSKlist oldukça hareketlendi. Özellikle bilet fiyatları, futbol mu basketbol mu ? konularında arkadaşlarımız özgürce fikirlerini belirtiyorlar. Benim şahsi fikrim, özellikle kapalı tribün için bilet fiyatlarının çok düşük olmaması. Ancak dişinden, tırnağından arttırıp maça gelmek isteyen taraftarlarımızı da, mutlaka makul bir fiyatla açık tribüne almalı ve onların desteğini kaybetmemeliyiz.

Basketbol ve futbol bence Karşıyaka için ayrılmaz kardeşlerdir. Her ikisinde de başarılı olabilmek için var gücümüzle mücadele etmeliyiz. Evet basketbolda başarılı olmak belki futbola göre daha maliyetsiz ancak ben tüm imkanların basketbola sağlanmasının Karşıyaka taraftar ruhunu zedeleyeceğini ve futbolun bir kulübü kulüp yapan en önemli spor olduğunu düşünenlerdenim. Haliyle Karşıyakanın futbolu feda etmesi düşünülemez.

İnsanlar kış aylarına yaklaştıkça evinde ve bilgisayar karşısında daha fazla zaman geçirmeye başlıyor. KSKlist gibi bu hareketlenmeden en büyük payı alan hiç kuşkusuz Facebook.com. Bir iki sene önce internete girdiğimizde gördüğümüz reklamını çoğumuz hiç takmaz, tıklamazdık bile. Ama son günlerde neredeyse yazılı basın ve televizyonda Milli takımdan bile fazla konuşulmaya, yazılmaya başladı. Herkes çekirge gibi sayfaya üşüşüp, profil eklemeye başladı. Tabi Karşıyakalılar boş durur mu ? Şu ana kadar tam 138 grup kurmuşuz bile içinde Karşıyaka geçen. Bende boş durmayıp İstanbuldaki Karşıyakalılar grubunu kurdum. KSKlist İstanbul grubunda senelerdir 100-125 arasında üyemiz vardı. Artık Facebook’taki grubu da aramızda haberleşmelerde kullanabiliriz. Muhtemelen bu grup çok daha fazla kişiyi zamanla içine alacaktır.

Yine Facebook’ta “Hangi takımın en çok taraftarı var ?” diye bir uygulama var. Sanal ortamın değişmezlerinden olan Karşıyakalılar burada da takımımızı destekliyor ve yukarılara taşıyor. Ama bu Facebook balonuda yakında patlayacaktır, en azından popüleritesini kaybedecektir. Türk insanı bir acaip, birinden bir şey duymasın yeter. Hemen tüketip kenara atıyor.

Arada sırada böyle havadan sudan şeyleri yazmayı seviyorum. Hafta sonu hem futbol hem de zirvedeki basketbol takımımıza başarılar dileyerek, ilerideki yazıları daha uzun ve detaylı yazmak için yine düşünmeye başlayayım...